Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazıyı yazmak ve haberi duyurmak için kendisinden izin istedim.
" Elbette yazabilirisin" dedi…
Sesi telefonda öyle keyifli öyle neşeliydi ki;
"Ben gayet iyiyim sağlıklıyım kemoterapilerim bitti. Şimdi Cunda adasındayım keyfim yerinde. Yakında yazmaya başlayacağım" dedi
Deniz Baykal'a çok üzüldüğünü belirtti. "Şu sıra Deniz Beyin hastalık sırası mı idi? " diye sordu.
Biraz da ülke dedikodusu yaptık. Arka fonda ise kocaman havlama sesleri geliyordu.
Belki Bekir Beyin "Postal "ı idi. Ya da "Muhi"si idi havlayan...
Bekir Beyin gevrek bir sesi vardır. Bir de Sezen Aksu gibi hafif peltektir dili…
Keyiflidir gevrek bir ses ile peltek peltek sohbet etmek...
Gazetecilik çok önemli bir meslektir.
Gazetecik toplumu eğitmek, yönlendirmek ve elini taşın altında ezmek sanatıdır.
Gerçek gazeteciler tarihe tanıklık edip gelecek nesillere aktarırlar gerçekleri.
Gerçek gazeteciler aynı zamanda hem suçlu hem de mağdurdurlar.
Türkiye'de ise gazetecilik hem çok zor hem de korkulu bir iştir.
Zira gazetecinin kelepçesi ve yazgısı kaleminin ucundadır.
Benim tanıdığım Bekir Coşkun, Türk basınının kalem satmayan onurlu yazarlarındandır.
Meslek andına sadık, doğa ve hayvan seven duygusal keyifli bir adamdır.
Kalemini hiç sağa, sola kırmaz patinaj yaptırmaz.
Yazılarında kederi, yeisi, neşeyi öyle bir yazar ki… Okurken hem güler hem de ağlarsınız.
Kah evinin perdelerini yakar, kah kendisi ağlar. Ya da göbek kaşıtır.
İster kar yağsın. İster fırtınalar kopup seller aksın ister dönemece girsin.
Saf ve satıh değiştirmez. Kocaman yüreği ile kocaman, kocaman yazılar yazar.
Bekir Bey ayakta durmayı hiç sevmez . Ne zaman ayağa kalksa altındaki sandalyeyi çekiverirler. Bu yüzden onuncu köyden bile kovmuşlardır kendisini.
Keman çalmayı pek sever. Kitapları, yazıları, şiirleri hiç tükenmez.
Pako'ya mektupları hiç unutulmaz. Kemanını hala çalmaya devam etseydi bugün en hüzünlü en duygusal nağmeler Cunda adsından yükselirdi gökyüzüne.
Hayvanları düşünce gücü olmayan duygusuz, akılsız, sınıfsız canlılar olarak gören bir dolu insana karşı öyle güzel yazılar yazar ki; içiniz üşür okurken...
Onun politik yazılarını sevdiğim kadar doğa ve hayvan yazılarını da imrenerek okur ve onun gibi yazabilmeyi çok isterim.
Dağı ,ormanı, kuşu , kaplumbağayı, ölen elektrik işçisini, Müyesser'in kedisini, postal'ın hikayesini okurken hüzünlenirsiniz.
Kurt ile köpeğin sohbetini okuduğunuzda acı bir tebessüm kaplar yüzünüzü.
"Çanlar kimin için çalıyor " diye sorar. " Sen kimsin? " deyiverir.
Aslında bilir de sorar muzurluğundan işte... Kimin ne olduğunu çok iyi bilir ama gene de sorar.
Her bir yapıtı hepimizin konuşamadıklarımız, dile getiremediklerimizdir aslında.
Bekir Beyin yüzü de yazıları gibidir. Duygusal, muzip, güleç yüzlüdür.
Gülmenin ve güldürmenin en yakıştığı adam vargısı oluşturmuştur bende.
Yalnızca yazarken değil konuşurken de ondaki duygusallığı ve naifliği hissedersiniz.
Bekir Coşkun'u yazmak kolay iş değildir. Biraz da cüretkarlıktır onu yazmak.
Her bir yapıtı ders niteliğinde olup Türkiye gerçeğidir.
En güzel yazısı ise henüz yazmadığıdır. Kocaman elleri ile…
Yazımı sonlarken üstada sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Eğilip, bükülmekten ortopedik araz olup gittikçe omurgasızlaşan günümüz medyasına ve günümüz gazetecilerine rahmetli Sedat Simavi'nin bir sözünü yineliyorum.
" KALEMİNE DOLMA . EFENDİ KAL
UŞAK OLMAMAYA GAYRET ET.
MECBUR KALIRSAN KALEMİNİ KIR.
AMA SAKIN SATMA... '