Ordu ve Giresun'un yaylaları.
Adeta birbirlerinin sırtına yaslanmışlar.
Haritaya bakınca U harfinin iki ucunda gibiler.
Ama iki yaylayı birbirine bağlayan belirgin yol yok.
Bektaş yaylasında onlarca kişinin olumsuz sözleri sonrası son kez danıştıklarım "Buradan Çambaşı yaylasına rahatlıkla geçebilirsiniz" sözleriyle heyecanlanmış.
Yola uygun araçların ancak bu güzergahtan geçebileceği gerçeğini bilirken.
Bir o kadarda şaşırmıştık.
O cesareti verenler yolun belli bir bölümüne kadar rehberliği de üstlenmişlerdi.
Giresun'a inip, Ordu'dan tekrar Çambaşı yaylasına çıkmaktansa kestirmeden komşu yaylaya geçecektik.
Sabahın erken saatleri Bektaş yaylasından güneşli bir havada çıktık yola.
Yollar toz toprak; önemli olan geçit vermeyecek engellerdi.
Şansımıza ise Allah'tan hava alabildiğine açık.
Dumanlı havada asla böyle bir girişimde bulunmazdık.
Yayla dumanının her zaman risk taşıdığını ve yaylalar arası geçişlerde, birde yolu bilmiyorsanız bundan kesinlikle kaçınılması gerektiğini biliyorduk.
Yola çıkınca bir süre sonra telefonlara baktık, dünya ile iletişim iptal.
Adeta kuş uçmayan, kervan geçmeyen yollarda teknik bir arızaya maruz kalmamamız için azami dikkat ediyorduk. Tek endişemiz aracımızın bir engele takılması ama yollar öyle korktuğumuz kadar sıkıntılı değildi.
Maceralı seyahatte fırsat buldukça doğayı seyrederek keyif almaya da çalışıyoruz.
Aşılan her dağın arkasında Çambaşı yaylasınıgörme beklentisi.
Ucu bucağı gözükmeyen dağlardan inip çıkarken sanki yeşil bir deniz arasında yol alıyorsunuz. Nadiren tekerleklerin çimenlerin üzerine çıktığıda oluyor.
Özellikle solumuzda kalan heybetli dağlar ürkütüyor insanı.
Kabul etmek gerekirse aracımız doğrusu bu yolların aracı değil.
Cesaret ve aldığımız riske önümüzdeki aracın problem çıkabilecek yerler de bizleri bekleyerek güven vermesi memnuniyet vericiydi.
Bu arada takibimizdeki aracın dört çarpı dört olduğunu söylemeliyim.
Her aşılan dağ bizi Çambaşı'na daha da yaklaştırıyordu.
Karşı taraftan gelebilecek birkaç araç görme ümidimiz de inkar edilemezdi.
Başka bir güvencemiz aracımızın deposundaki yakıt ki, gerekirse kaldığımız yerden Bektaş yaylasına geri dönebilirdik.
Uzaklarda gözümüze çarpan koyun sürüleri, kışa doğru alçak yerlere iniyorlarmış.
Issız yollarda ilerlerken kayalıklara dikilen ay yıldızlı bayrağımızla gururlanıyoruz.
İki yayla arasında insan göremeyecek miyiz diye düşünürken kendimizi birden insanların konakladığı bir obanın içinde buluyoruz.
Sarp dağları seyrederken meşhur Karagöl aklımızda.
Az sonra bir yol ayırımında tahtadan eğreti şeklinde tabelası önümüze çıkıyor.
Karagöl bölgede en büyük zirvedeki krater gölün adı.
Bu zirvenin de hangi ile ait olduğu konusunda tartışmalar halen sürüyor.
Tabelayı görmek hedefe biraz daha yaklaşmak gibi.
Sanki verilmiş bir etabı tamamlayınca madalya alacağız.
Ama insan yeni yerleri görmekle müthiş haz duyuyor.
Doymak istediğimiz doğayı hızlı geçtiğimizden tam doyamasak dahi.
İki yayla arası yaklaşık birbuçuk saat sürüyormuş.
Ve bize referans olan araç bir yol ayrımında duruyor, rehberimizden ayrılma vaktiymiş.
"Artık bundan sonra tarifimiz üzerine Çambaşı yolunu siz bulacaksınız" dediklerinde eşim ve ben dağların ortasında kalakalıyoruz. Yolda istenmeyen bir duruma karşı kendilerini arayabileceğimizi söyleyerek kartlarını veriyorlar.
Birkaç zirve inip çıkıyoruz ve ufukta devasa telefon anten direklerinin ucu.
Sanki Çambaşı yaylasındayız, halbuki aramızda onlarca dağ belkide en az otuz kilometre daha var. Kim bilir daha ne kadar vadiye inip zirvelere çıkacağız?
En azından doğru yöndeyiz ve obalara ayrılan yollara sapmayarak hata yapmamışız.
Ve bir dağın zirvesinden inerken yol kenarında eğreti bir yayla evi.
Yapayalnız, kapısında çanak anten, önünde asılmış çamaşırlar…
Selamımıza evden çıkan iki kadın ve yanlarında torunları'Hoş geldin' diyorlar.
Kalan yolun sıkıntılı olmadığını söylüyorlar. Semen yaylasına yakın ev güneş enerjisi ile televizyon ve aydınlatma ihtiyaçlarını gideriyormuş. İkram ettikleri ayranın tadı damağımızda ve onlardan da bir yol tarifi alıyoruz.
Rahatız, çünkü yolun çok büyük bölümü geride kaldı.
Ve artık Çambaşı yaylası biraz daha netleşiyor.
Bir süre sonra yol kenarında selam verdiğimiz kişi Hümmetli yaylasında olduğumuzu söylüyor. Nerden gelip nereye gittiğimizi ve nerede oturduğumuzu söyleyince "Sizi Allah gönderdi" deyince şaşırıyoruz. Oğlunun hafta sonu Samsun'da sınava gireceğini söyleyince endişe etmemesini ve kendisiyle ilgileneceğimizi söylüyoruz. Israrla evine davet ediyor, burada sizlerin artık bir evi var deyince beklenmedik bir dost edinmekle mutlu oluyoruz.
Stres ve heyecanın getirdiği yorgunluk üzerimize çökmüş.
Hedefe ulaşmada engellerin neredeyse bittiği yolculukta derin bir vadide karnımızı doyurup, son tırmanışla Çambaşı yayla merkezine kavuşuyoruz.
Zor yollarda maceralı ve heyecan verici bir gündü.
Sonraki sefere bu güzergahı geniş zamana yayacağız inşallah.
Bu geziler insan da tatil kavramına farklı bir bakış açısı oluşturuyor.
Cennet ülkemizin bir başka köşesinde buluşmak üzere.
Şimdilik kalın sağlıcakla…