İnsanoğlunun dünya nimetlerine karşı zaaf ve tutkusu fıtrîdir. Hammaddesi toprak olan insan toprağın suya olan iştiyakı gibi dünya nimetlerine iştiyak duymakta, onu yutmakta ve tutmaktadır. Nasıl suyu yutan kabiliyetli topraktan yararlı nebatlar çıkıyorsa insanın da dünya nimetlerine sahip olmasının, mahsûl veren toprak gibi güzel sonuçları olmalıdır. Kur'an'da insanın sahip olduğu dünya nimetlerine karşı sorumlulukları değişik lafızlarla ifade edilmektedir.
İnfak; hem verilecek şeyin dînî hükmü bakımından farz ve nafile olanını, hem mal ve ilim gibi Hak tarafından verilen nimetlerin her türlüsünü kapsamaktadır. Nitekim 'Kendilerine nasip ve kısmet ettiğimiz rızıktan, maddî ve manevî şeylerden az çok infak ederler, Allah yolunda harcamada bulunurlar.' (el-Bakara 2/3) ayetinde bu infak kavramı kapsamlı bir biçimde açıklanmaktadır.
Bakara suresinin 215. ayetinde ise: 'Ey Muhammed, neye, ne gibi yerlere harcamalar yapacaklarını sana soruyorlar. De ki: Az veya çok hayır cinsinden vereceğiniz nafakalar ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Bundan başka hayır olarak ne yaparsanız Allah ondan haberdardır.' Demek oluyor ki dedelerimize, babalarımıza bakmak ilk görevimizdir. Diğer yakınlarımız onları izler. İlklerine yapılan infak vacip, diğerleri nafiledir. Yine Bakara'nın 219. ayetinde: 'Hayır olmak üzere ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Fazlasını' yani, mallarınızın gerekli ihtiyaçlarınızdan fazlasını infak ediniz. Meşru yollardan kazanarak kendinizin, ailenizin ve çocuklarınızın nafakalarını temin edin. Fazlasını da hayır yollarına harcayın.' Buyurulmaktadır.
Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır (Nevevî, el-Mecmû', VI, 103-105). Vacip oluşu, sünnetle sabittir (Buharî, Zekat, 70-78; Müslim, Zekat, 12-16; Ebû Davûd, Zekat, 18; İbn Mace, Zekat, 21)
Kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber, köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir (Ebû Davûd, Zekat, 20).
Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha faziletlidir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Ancak, bayram namazından önce verilmesi müstehap kabul edilmiştir. Fitrenin hedefi, bir fakirin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması, böylece bayram sevincine iştirak etmesine katkıda bulunmaktır..
Günümüzde fıtır sadakası miktarının belirlenmesinde, kişinin bir günlük (iki öğün) normal gıda ihtiyacını karşılayacak miktarın ölçü alınması daha uygundur. Kişi dinen zengin sayılanlara, usûlüne (anne, baba, dedeler ve nineler), fürûuna (çocuk ve torunlar) ve eşine fıtır sadakası veremez. Fitreler bir fakire verilebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtılabilir. (Merğînanî, el-Hidaye, II, 224). Ancak bir kişiye verilen miktar bir fitreden az olmamalıdır.,. Fıtır sadakası, kişinin bakmakla yükümlü olmadığı yoksul Müslümanlara verilir. Fıtır sadakası ve oruç fidyesini vermek durumunda olan kimsenin bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmaması esastır. Zekat için de aynı kural geçerlidir. Bu sebeple bir kimse zekatını, fıtır sadakasını ve fidyesini kendi usûl ve fürûuna veremez. (Usûl, bir kimsenin anası, babası, dede ve nineleri; fürûu ise; çocukları, torunları ve onların çocuklarıdır.) Ayrıca eşler de birbirlerine zekat, fitre ve fidye veremez.
Fidye, bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel demektir. Dinî bir terim olarak ise, oruç ibadetinin eda edilememesi sebebiyle veya hac ibadetinin edası sırasında işlenen birtakım kusurların giderilmesi için ödenen maddi bedeli ifade eder.
Kur'an-ı Kerim'de, 'Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu fidye öder.' (Bakara, 2/184) buyrulmaktadır. Buna göre ihtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra bu oruçları kaza etme imkanı bulamazsa, her gününe karşılık bir fidye öder. (Serahsî, el-Mebsût, III, 100; İbn Kudame, el-Muğnî, IV, 395-397).