Ülkemizde yasama görevini yapan TBMM, devamlı olarak kanunları çıkarır ve elbette onun görevi de budur. Başta, anayasa olmak üzere ülkemizde en çok tenkit edilen kanunlardır. Bunun yanında TBMM de yasalaştığı ve Resmi Gazete’de yayınlandığı halde uygulanmayan veya kimi otoriteler tarafından uygulanması durdurulan yasalar da vardır. Bunların yanında, gerek iktidar ve gerekse muhalefet tarafından tenkit edildiği halde değiştirilemeyen veya değiştirilmeyen kanunlar da vardır. Anayasa yı örnek olarak verecek olur isek, olağanüstü durum yasası olarak, 1982 yılında kabul edilen bu anayasa, aradan geçen 33 yıla rağmen hala yürürlüktedir. Bu anayasa ile ilgili olarak, gerek iktidarlar ve muhalefet partileri tarafından yapılan tenkitlere burada yer vermek istemiyorum. Zira, bu husus kamuoyu tarafından çok iyi bilinmektedir. Pekala o zaman, niçin bu anayasa değiştirilerek, sivil hükümetler tarafından, demokratik bir anayasa yapılmaz ki? Burada en önemli olan husus, Cumhuriyet tarihinde ilk sivil anayasamız olacaktı ve yine de olacaktır. Bütün bunların cevaplarının verilmesi gerekir. Bunun üzerinde çok düşündüm ve birkaç ihtimal üzerinde durmak isterim: İlk olarak şunu söyleyebilirim ki; işlerin pek de iyi gitmediği ülkemizde, gerek iktidar veya muhalefet tarafında günah keçisi olarak anayasa ortaya atılmaktadır. Bizdeki önemli hastalıklardan birisi, beceriksizlikler hep kanunlara atfedilir. İkinci husus ise, muhalefette iken, antidemokratik olarak tenkit edilen bu anayasa, iktidara gelince size hizmet edecek anayasa olarak ortaya çıkmaktadır. Mevcut anayasamıza uygun olarak kabul edilen, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu, çıktığı tarihten bu yana en çok tenkit edilen kanunlardandır. Birçok başbakan, cumhurbaşkanı olmadan önce kıyasıya tenkit ettiği bu kanun, Cumhurbaşkanı olunca en iyi kanun haline gelmiştir. Demek ki, otorite olarak ipler elinizde olunca, antidemokratik kanunlar çok iyi, muhalefette olduğunuz zaman çok kötüdür. Bir üçüncü husus ise, gerek iktidar gerekse muhalefet tarafından sıkça kullanılan polemik ise mağdura oynamak, oy kazamada önemli bir husustur. Tenkitlerle, muhalefet iktidarı suçlar ve bundan kendine bir çıkar sağlamaya çalışır; iktidar da muhalefetin kendisine destek vermediğinden şikayet eder. Bu kısır döngü de hep devam eder durur ve sonuca bağlanamaz veya bağlanmak istemez.
Kanunlar öncelikle iyi niyet esas olmak üzere çıkarılır. Fakat, ülkemizde daha kanunlar çıkmadan bunun boşlukları hemen bulunur ve kanun çıkar çıkmaz da zaten gerekli fayda sağlanmamış olur. Kanun çıkarmadaki ikinci husus ise, kanun çıkarılır, uygulamaya alınır ve hemen şikayetler başlar, yeniden kanun çıkarmak istenir veya kanuna ek maddeler ilâve edilir. Bir diğer önemli husus ise, ülke yararına olacak bir uygulamayı, kimileri engellemek için kanunun buna cevaz vermediğini ileri sürerek engelleme yapar. Bu konu en çok rastlanan bir durumdur. Halbuki, madalyonun diğer tarafında insan faktörü vardır. Çoğunlukla da insan faktörü ihmal edilerek, vur abalıya misali, her şey kanunların üzerine yıkılır. Kanunları suçlayarak işin içinden çıkmak veya kötü işlerden aklanmak, ülkemizde geçer akça olarak hep kullanılmaktadır. Biraz önce üzerinde durduğum gibi, nasıl kanunların çıkarılmasında iyi niyet esas ise, uygulanmasında da iyi niyet esas olmalıdır. Kanunlarda vazedilmese bile, ülkenin yararına olmayan hususlar da suç olmalıdır. Yani, kanunların açığını bulmak hususunu uzun süren devlet hizmetime rağmen anlayamadım. İyi niyetin esas olması dileklerimle, saygılar.