Kefeli Apartmanı, çocukluğumuzda Samsun'un en görkemli yapısı idi.
1950'li yıllarda Samsun'un tümü 2-3 katlı evlerden oluşuyordu.
Apartman olarak 7 katlı bir tek 'o' vardı.
Başkaca büyük yapı görmediğimiz için bizi çok etkilerdi.
Her önünden geçişimizde başımızı göğe kaldırır hayranlıkla incelerdik.
Benzerlerinin İstanbul'da olduğu söylenirdi.
Kentin ana geçiş yolu olan Irmak caddesi üzerinde bulunurdu.
Önünde şehir parkı vardı.
Görkemli Atatürk heykeli tam önünde bulunurdu.
Atatürk heykelinin en güzel resimleri hep Kefeli Apartmanına çıkılarak çekilmişti.
Atatürk heykelinin fotoğrafı deniz tarafından çekildiğinde ise tüm görkemiyle arkasında muhakkak Kefeli Apartmanı çıkar, sağındaki solundaki tek katlı lokantalar, pastaneler, dükkanların arasından tüm heybetiyle görüntü verirdi.
Yapı, 1930'lu yıllarda Hakkı Kefeli tarafından yaptırılmıştı.
Cumhuriyet döneminin Samsun'daki ilk görkemli binasıydı.
Samsun'un ilk apartmanı idi.
İlginç bir mimari yapısı vardı.
Ancak mimarını da, ustasını da, kalfasını da kimse bilmiyordu.
Yapının cephe düzeni, süsleme ve ayrıntıları 1920'lerin özelliklerini yansıtırdı.
Girişi ana cadde üzerinde değil bir arka sokaktaki Orhaniye geçidindendi.
Yüksek demir kapıdan içeri girildiğinde yan duvarlarda bal rengi ve lacivert karo seramikler karşılardı sizi…
Girişin iki yanında, duvara resmedilmiş 1934 tarihli büyük boy renkli iki tablo vardı.
Mozaik tabanlı merdivenler kıvrılarak sizi yukarı katlara taşırdı.
Birinci katta Avukat Cemalettin Bulak'ın yazıhanesi vardı.
Babam, emekli olduktan sonra bir süre burada çalışmıştı.
Bu nedenle büyük siyah deri koltuklarla döşeli bu katı iyi bilirdim.
Daha üst katlar o zamanlar ev olarak kullanılırdı.
Önünde manolya ağaçlı geniş bir park, Avusturya'lı heykeltraş Krippel tarafından 1933 yılında yapılmış olan görkemli Atatürk heykeli ve deniz bulunurdu.
O dönemlerde liman yapılmamış olduğu için sahil çok yakınındaydı.
Samsun'un o dönemde her halde en değerli yeri olmalıydı.
20 yıl sonra Samsun'a geldiğimde onun zavallı haline çok üzülmüştüm.
Yaşlanmıştı. Bakımsız kalmıştı.
Yanında kendisinden büyük, kendisinden daha kalın gövdeli birçok binalar zuhur etmişti.
Onların arasında bir kibrit kutusu gibi kalmış, tüm görkemini yitirmişti.
Sanki bir gecekondu yapısı gibi kalmıştı.
Büyüteçle arasanız kendisini zor bulurdunuz.
İçinde barınan aile de kalmamıştı.
Tüm katları iş yeri olmuştu.
Girişteki tabloların boyaları dökülmüş, tozlanmıştı.
Merdivenler yıpranmış, mozayikler dökülmüş, merdiven demirleri ortaya çıkmıştı.
Bu taş bina, yılların yorgunluğuna yine de taş gibi dayanıyordu.
Önünden geçenler bu apartmanı artık fark etmeseler de, geçmiş görkemini bilmeseler de…