Masal bu ya… Memleketin birinde dediği dedik, çaldığı düdük, Timur adında bir hükümdar yaşarmış. Öylesine güçlü ve katıymış ki ne alimleri ne de ermişleri dinlermiş. Bu nedenle hükümdarın etrafında hiç aklı başında adam kalmamış. Timur'un her dediğine 'evet efendim, sepet efendim' diyenler çevresini doldurmuş. Haliyle hükümdar bazı önemli konularda hatalı kararlar alıyor, hiçbir aklıselim adam da huzuruna çıkıp yanlışlarını dile getirme cesareti bulamıyormuş.
Bizim Nasreddin Hoca, Timur'un nazarında itibar gören nadir adamlardan biriymiş. Nüktedanlığı sayesinde düşündüklerini anlatırken hükümdarı eğlendirmesini beceriyor, böylece onu kızdırmadan fikirlerini söyleyebiliyor, hatta ricalarını kabul ettirebiliyormuş.
Bir gün Nasreddin Hoca, cami avlusunda ezan vaktini beklerken köylülerin kendi aralarında sohbet ettiklerine tanık olmuş. Anlatılanlara bakılırsa komşu Arap ülkesinde savaş çıkmış. Çoluk çocuk milyonlarca insan, savaştan kaçmak için sınırları geçmiş. Hoca, olanları duyunca 'Eyvah!' demiş. 'İnşallah bu gelenler başımıza işi açmaz.'
Köylüler bir ağız, 'Hoca sen diyorsun? Koskoca hükümdarımız var, o ne yapacağını bilir.' diyerek susturmuşlar bizimkini.
Çok geçmeden, köye saraydan bir haber gelmiş. Hükümdar, her köyün savaştan kaçan bir aileyi misafir etmesini emrediyormuş. Nasreddin Hoca, köyün ileri gelenlerini toplamış. 'Biz fakir bir köyüz. Tarlamız az, sürülerimiz küçük. Misafir bakacak halimiz yok. Hem bu geleceklerin adetleri bize benzemez, anlaşamayız. En iyisi bir heyet yapalım, toplanıp Hükümdara varalım. Vaziyeti izah edelim.' diye önermiş.
Köylüler Timur'dan korkuyormuş. Hemen itiraz etmişler: 'Olur mu hiç öyle şey? Sen hükümdarımızdan daha iyi mi bileceksin? Hem zavallıcıklar bizim din kardeşlerimiz, başımızın üstünde yerleri var.'
Hoca, 'Yapmayın, etmeyin… Bunların arasında eşkıyası olur, casusu olur, Hükümdara söyleyelim, sınır boylarına çadırlar kursun, gelenleri oralarda tutsun.' dese de lafını dinletememiş. En sonunda içlerinden biri, 'Sen nasıl Müslümansın, bir de Hoca olacaksın, şu kavuğundan da mı utanmazsın?' diye çıkışınca susmak zorunda kalmış.
Derken sarayın gönderdiği savaş kaçkınlarından bir aile köye yerleşmiş. Lakin gelenler, köylülerin beklediklerinden çok daha kalabalıkmış. Büyükbaba, nine, oğlanlar, kızlar, damatlar, gelinler, torunlar, enişteler, yengeler derken üç dört aileden halliceymişler. Üstelik hiçbirisinin elleri iş tutmuyormuş. Saraydan gelen üç beş kuruş yetmediği için köylülerden gelen yardımlarla karınlarını doyuruyorlarmış. Dil bilmedikleri için kimseyle kaynaşmıyor, aralarına kimseyi almıyorlarmış. Köyde herkesin tek eşi ve en fazla üç dört çocuğu olduğu halde gelenler birden çok kadınla evliymiş, üstelik o kadar çok çocuk yapıyorlarmış ki evlatlarının isimlerini bile karıştırdıkları oluyormuş.
Bir müddet sonra memleketin her köşesinden bazı ürkütücü haberler de gelmeye başlamış. Komşu ülkeden gelenlerin arasına sızan düşman casusları kan döküyor, sağda solda eşkıyalık yapıyormuş.
Köydekiler zamanla yeni komşularına bakmaktan hem yorulmuş, hem de onlardan korkmaya başlamış. En sonunda kendi aralarında toplanıp, 'Nasreddin Hoca vakti zamanında bir şeyler söylüyordu. Hele yanına varıp ondan yardım isteyelim. Timur bizi dinlemez ama onun dediğine hürmet eder.' demişler.
Konuyu açtıklarında Hoca sakallarını sıvazlamış. 'Geç de olsa dediğime geldiniz, lakin bu saatten sonra Timur'un da yapacak bir şeyi yok. Gelenler memleketin her köşesine dağıldı. Komşuda savaş bitmeden bu mesele bitmez.' cevabını vermiş. 'Yine de biz bir heyet yapıp yarın huzura çıkalım. Hükümdar vaziyeti bilsin.'
Hemen muhtar, aza, hacı, hoca derken eşraftan bir heyet oluşturup yola koyulmuşlar. Ertesi gün saraya vardıklarında Timur'un kapı kulları heyettekilere sokulup sebebi ziyaretlerini sormuş. Konuyu öğrenince 'Aman ha, sakın bu hususu açıp Hükümdarımızı hiddetlendirmeyin.' diye kulaklarına fısıldamışlar. Zaten Timur'dan çok korkan heyettekiler birer ikişer ortalıktan kaybolmuşlar.
Nasreddin Hoca huzura çıktığında tek başına kaldığını görmüş. Timur kısa bir selam sabah faslından sonra 'De bakalım Nasreddin Efendi, seni hangi rüzgar attı bu yana?' diye sual etmiş.
Hoca çaresiz kem küm etmiş: 'Hünkarım, komşu memleketten gelenler hususunda fikrinizi öğrenmek istedim.'
'Komşuda savaşın biteceği yok, en iyisi bunlara vatandaşlık verip kullarımın arasına katmak galiba. Sen ne dersin Hoca?'
'Vallahi Hünkarım, bizim millete az bile gelir. Savaş kaçkınlarından köye muhtar tayin etsen, ellerine sopa verip bekçi yapsan bizimkilerin hiçbirisi dile gelip söz söylemeye cesaret edemez. Lakin ben gene de doğruları demezsem rahat edemeyeceğim.'
'Hele söyle bakalım, neymiş doğrusu Hoca?'
'Hünkarım, sen gel şu vatandaşlık işinden vazgeç…'
'Niye?'
'Niye olacak, komşudan gelenler bin sene geçse, bizim köydekiler kadar saf yumuşak başlı, sadık kul olamazlar da onun için…'
******************
Ben Kadir… Deli Kadir Ulen…
Mahallenin fesli delisi, geçenlerde İngiliz edebiyatçı Shakespeare için 'gizli Müslümandı, asıl adı da Şeyh Pir' idi diye buyurmuş… O kadarla kalsa iyi:
Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in asıl adı Berk'tir. Doğma büyüme Adana Kozanlıdır, çok zikrettiği için sübyan mektebindeki hocaları kendisine 'Zikir Berk' lakabını takmıştır.
Şarkıcı Rihanna, aslında Malatyalıdır. 'Dağlar kızı' türküsünde bahsi geçen 'Reyhan' ta kendisidir.
Makedonyalı Büyük İskender, esasında Balkan harbinde İzmir'e göç eden bir kızancıktır. Kafir, bir seferde bir büyük rakıyı devirdiği için adı öyle kalmıştır.
Kraliçe Elizabeth dediğin, El Zabit… Bildiğin Suriyeli Arap!
Hitler, Haydar… Maradona, Mir Adnan… Shakira zaten adı üstünde…
Rus Çariçesi sandığınız Katharina, aslında 'kadın ana'… Bildiğin Sivaslı!
Milli takımdaki Emre 'Mor', Yunan tarihçisi 'Eflatun' ile amcaoğlu…
Papa Françis, aslında bizim Vakfıkebirli 'Fırıncı Baba'… Trabzon ekmeğini Vatikan'a tanıtan adam!
Yerseniz!