4 Ekim Dünya Hayvan Hakları günü olarak kutlanıyor. Ülkemizde de ise yeni, yeni değer verilip anlaşılan bir olgu bu hak.
Sait Faik gibi ben de,
'yazmazsam deliririm' diyerek başlayacağım bugün yine.
Bir 4 Ekim Hayvan Hakları Günü daha geldi geçti.
Büyükşehirlerde, barınaklarda ve okullarda bir takım faaliyetler yapıldı ve bitti.
Bu rutin, yıllarca hep böyle ritüel olarak kaldı. Farkındalık ve algı oluşturuldu.
Adına şekilcilik de diyebiliriz.
Hayvanlar için hala somut bir yaptırım hayata geçemedi.
Hele de basında her gün hayvanlara vahşet ve şiddet olayları dillenirken, hayvan hakkından söz etmek ne kadar doğrudur bilmiyorum.
Ben "Sokak hayvanları" söylemini kabul etmiyorum. Onlar sokak hayvanı değildir.
Onlar "Sokağın hayvanlarıdır"
Her sokakta bir kaç gönüllü hayvan olmalıdır.
Sokağın sakinleri tarafından bakılmalı ve gözetilmelidir. Bu gönüllü hayvanlar sokağı sahiplenir ve korur. Sokağı kendi alanları ilan edip sokağı, mahalleyi koruma altına alıp yabancıyı ve hatta diğer hayvanları de kendi alanlarına sokmazlar.
Sokağın hayvanları genellikle köpek ve kediler olup en mağdur ve ezilen kesimi ise köpeklerdir.
İlkel belediyeler hala zehirleme yaparken, ilkel ve barbar insanlar da öldürmekte, zehirlemekte ve buraya yazmak istemediğim insanlık dışı vahşetleri yapmaktadırlar.
Bütün bunların cezası sadece kapalı yerde sigara içmenin bedelidir.
Bir hayvan bu kadar mı değersizdir?
Hayvanın yaşam hakkına saygı duymayan, elbette insanın da yaşam hakkına saygı duymayacaktır.
Gandhi der ki; 'Toplumların ve değerlerinin yüceliği o toplumun hayvanlara davranış tarzı ile doğru orantılıdır." Bu sözden dileyenler, dilediği dersi ve ölçütü alabilirler. Biblolar nasıl evlerin süsü ise, sokaktaki kuş, kedi, köpek bitki ve ağaçlarda sokakların süsüdür.
Duygudan yoksun şehirler ve kasabalar istiyorsanız. Sokaklarınızı onlardan yoksun bırakınız.
Vicdan, insanı insan yapan unsurdur. Hayvanlar için yapacağımız her eylemde vicdanımıza mutlak danışmalıyız.
Sokağın hayvanlarını uyutmamak ve yaşatmak ulusal bir direniştir. Bir köpek zehirlendiğinde iç organları patlar ve saatlerce can vererek ölür. Tanrı tarafından üremeye kodlanmış bu hayvanlar istem dışı ürer ve çoğalırlar.
Devlet sokak hayvanlarını 10 yıl önceden kısırlaştırmaya başlamış olsa idi bugün popülasyon kontrol altına alınırdı. Doğayı ve hayvanları reddetmek maalesef insanlığın sonunu hazırlamaktır. Zehir veren o kahrolası eller dostluk ve sevgi ile birlikte insanlığı da yok etmekteler.
Unutmasınlar ki; Tanrı'nın adaleti adildir.
İnsanın kendinden daha zayıf ve güçsüz bir canlıya sırf gücünden faydalanarak eziyet etmesi, işkence etmesi, hunharca davranması, zehirleyip öldürmesi insanlıkla bağdaştırılamaz. Her türlü yaşam ihlaline karşıyım. İnsan olmayan canlıların da yaşam hakları onlara Tanrı tarafından bağışlanmıştır. Bu bizim hem dinsel hem kültürel, toplumsal kısaca ulusal değerlerimizdir. Ayrıca unutmayalım ki dünya da ilk hayvan hastanesi Osmanlı zamanında açılmıştır. Her türlü işe koşulan, horlanan sahipli-sahipsiz tüm hayvanların yaşam hakları olduğuna bir kez daha dikkat çekmek isterim.
Temel hak ve özgürlükleri daha da genişletmeyi bu konuda evrensel normlara uygun, insani kurallara uygun yaşamayı ve paylaşmayı bilmeliyiz. İçinde bulunduğumuz gezegen sadece bizlerin değil onların da gezegenidir. Son günlerde hayvanlarla ilgili yürek yakıcı korkunç haberler sürekli gündemi meşgul etmektedir. Bu konudaki yetersiz uygulamalar hayvan aktivistleri ile hayvan düşmanlarını karşı karşıya getirmektedir. Hem yönetimlerde hem de halk bazında karşılıklı suçlamalar sürerken, zavallı ve günahsız, dilsiz onlarca hayvan büyük acılar içinde can vererek ölmektedir. Asıl ölen ise insanlık onurudur. Demokrasi her birey içindir.
Sosyal toplum halkaları olarak yaşıyorsak, hayvanları da birer sosyolojik toplumdurlar. O toplumun bireyleridirler.
Öncelikle 5199 sayılı hayvan koruma kanunu kabahatler kanunu olmaktan çıkarılmalı ve ceza kapsamında ele alınmalıdır. Kısaca hayvana yapılan işkence v.s olaylar kabahat değil suç olarak telaffuz edilmelidir. İşkence, tecavüz olayları karşısın da devlet suçluya para cezası kesmektedir. En acısı da bu para devlet kasasına girmektedir. Hapis cezaları hayata geçmelidir. Avrupa da Amerika da bu tip suçlara gayet ağır cezalar verilmektedir.
Üstelik hayvan öldürmek ile insan öldürmek arasında çok ince bir çizgi vardır. Hayvan öldürmenin bir adım ötesi insan öldürmektir.
Azılı katillerin hepsinin çocukluğunda hayvan öldürerek pratik kazandıkları tespit edilmiştir. Araştırmalara göre.
Bu tip olaylar mahkemelerin yargı alanına girmelidir. Bu uygulama tüm dünyada böyle iken Türkiye de ilkellik hüküm sürmektedir. Tüm gelişmiş ülkelerde mahkemeler ve savcılıklar yetkili olup ağır hapis cezaları verilmektedir. Toplu hayvan itlaflarının engellenmesi için 3285 sayılı hayvan sağlığı ve zabıtasının ilgili maddeleri kaldırılmalıdır. 5199 sayılı kanun hayvanları korumaktan çıkıp üstü kapalı bir kıyıma dönüştürülmüştür. Hasılı 3285 sayılı kanunun 18–34–36. maddeleri yeniden düzenlemelidir. Hayvan sahipsiz ise eşya kadar bile değeri yoktur. Hayvana eziyet eden potansiyel suçluların psikolojik tedaviye alınmaları ve suçun insana yönelmesi önlenmelidir. Hayvanlara yapılan zulüm o toplumun cehalet ve aczinin göstergesidir. Evrim teorisine inanır veya inanmazsınız. Ancak onlar bizden önce de hep vardılar.
Onlara çok şey borçluyuz. En önemlisi de Tanrı yarattığı her canlıyı bir görev için yaratmıştır. İnsan onuru ile hayvan onuru Tanrı gözünde eşit olup sadece statüleri farklıdır. İçinde bulunduğumuz eko sistem sadece bize ait olmayıp hayvan ve bitkileri de kapsar. Bu dünya hepimizin. Var olmak hayvanlar için de esastır.
Bu hak insanlara olduğu gibi hayvanlara da Allah tarafından lütuf edilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de hayvan hakları özenle işlenmiştir.
Mekke'den Medine'ye savaşa gidildiğinde, peygamberimiz önce atların ve develerin yüklerinin boşaltılıp sularının verilmesini daha sonra namaz eda edilmesini istemiştir.
Müslümanlığın temel ilkesi merhamettir.
Sokağın hayvanlarını yaşatmak ulusal direncimizdir.
"KARINCADAN, FİLE KADAR HEPSİ TANRI AİLESİDİR " Diyor Hz. MEVLANA