Herkes bir hesap yapar...
Ama, bazen evdeki hesap, çarşıya uymaz; işler ters gider...
Demir kapıyken, ağaç kapıya muhtaç düşersin!..
Ben yerine Biz diyenler için mesele yoktur...
Bilir ki, düşmez kalkmaz olan bir tek Allah tır...
O yüzden ne olduğun değil, ne olacağın önemlidir...
Çünkü, çoğu zaman geceden sabaha
değişir hayatlar...
Cüneyd Suavi nin yıllar önce yayınladığım öyküsünü,
bazılarına ders olur düşüncesiyle tekrar köşeme alıyorum...
* * *

Genç adam, bir eczanede kalfa olarak işe girmiş, tatlı dili ve çalışkanlığıyla kısa sürede göz doldurmuştu. İstenen ilaçları son hızla hazırlarken, bir yandan da müşteriyle sohbet ederdi. Gelenler hep keyifsiz insanlardı. Fakat, kalfa mutlaka bir ortak nokta buluyor ve onlarla arkadaşlık kuruyordu. Orta yaşlı bir hanım olan eczacı, kalfasından son derece memnundu. Bu yüzden de aylığına sık sık zam yapıyordu.

Genç adam, yapılan bu zamları yetersiz bulduğundan, en pahalı ilaçlardan aşırmaya başladı. Bunları el altından pazarlarsa, fakirlikten yavaş yavaş kurtulacaktı.

Kalfanın gecekondularla çevrili evi, çok geçmeden değişmeye başladı. Birtakım tamirat ve ilavelerden sonra tepeden tırnağa boyanan ev, çatısına yerleştirilen bir uydu antenle tamamlanmıştı. Fakat, dikkatleri en çok çeken şey, evden gün aşırı yükselen ızgara kokularıydı. Mahallenin bayramdan bayrama et gören insanları, bu kokuların köfteye mi yoksa pirzolaya mı ait olduğu konusunda tahminler yürütüyor ve kokular arttığında, çocukların imrenmemesi için pencereleri kapatıyorlardı.

Kalfa, eşinin yemek konusundaki ikazlarına kulak asmıyor ve özellikle bitişik gecekonduda yaşayan çocuklara yardıma yanaşmıyordu. Bu çocuklar, babaları öldüğünden zor durumdaydı. Ama, kendisi de devlet değildi elbet, herkese bakamazdı. O çocuklara verdiği bayram harçlığı, hiç de az sayılmazdı. Küçük kızına dar gelen ya da artık dudak büktüğü için bir kenara atılan elbiseler de hesaba katılmalıydı. Herkes o kadar verse, köşeyi dönerlerdi.

Genç adamın karısı, ara da bir de olsa, yetimlerin annesine yemek gönderiyordu. Fakat, eşi et vermeyi yasaklamıştı. Çünkü, etin tadını bir kere alırlarsa, başka bir yemeği beğenmezlerdi.

Kalfanın küçük kızı, ikide bir et yemekten bıktığı için, Orası yağlı, burası kemikli dediği pirzolalara bir ısırık atıp bırakıyordu. Ona göre bu parçalar, komşu bahçeye uğrayan kedi ve köpekler için nefis bir ziyafetti. Genç adam, hayvanlardan nefret ederdi. Bu yüzden de ziyafete itiraz etmiş, fakat sonunda kızına boyun eğmişti. Köpeklerin havlaması, özellikle geceleri onu çıldırtıyordu. Bu sesleri duyduğunda, çoğu kez balkona çıkıp onları kovuyordu. Yetimlerin annesi de hep bahçede olurdu. Anlaşılan, bu işten kadın da rahatsızdı.

Genç adam, köpekleri toplamaları için belediyeye yaptığı şikayetlerden bir sonuç alamayınca, problemi tek başına çözmeye karar verdi. Ve pirzola artıklarını, eczaneden getirdiği haşere ilaçları ile zehirledikten sonra bahçeye attı. Böylelikle kesin çözüm sağlanacaktı.

Ertesi gün, yetimlerin öldüğünü duydular. Doktorlar, annesinin itirazına rağmen çocukların haşere ilacı içtiklerini söylüyorlardı.

* * *

Bugününüz dünden daha iyi olsun. Huzurlu ve sağlıklı günler dileğiyle...