Öğretmenliğinin uzun yıllarını Güneydoğu'da tamamlayan, mesleğinin belki de son yıllarını bugünlerde Yalova'da sürdüren Ordu Kabadüzlü öğretmenimizin, köyünün eski adını kullandığı biraz uzun ama anlamlı yazısını kendisinin de izniyle biraz rötuşlayarak paylaşıyorum.

Bundan yaklaşık kırk elli yıl öncesi,
Yokluğun, yoksulluğun, çilenin zirve yaptığı yıllar…
Atalarımız sırtlarında elli altmış kiloluk çuvallarla üç dört saat şehre yürüyerek gider, gostili (patatesi) satıp karşılığında gazyağı, şeker, tuz alırlarmış.
Öyle bir coğrafyanın köylüleriyiz ki, Mesudiyeliyiz ama Mesudiye'yi görmemişiz.
Ne Meletli olmuşuz ne Cenikli, hafızalara yer edinen adımız Kotanalı!
Bölgenin çetin koşullarını aşıp hayata atılmak kolay mı?
Eğitim dönemlerinde bizim dönemin çocukları durmadık köyümüzde.
Küçük yaşta çıktığımız gurbet kalıcı mekanlarımız olmuş.
Kimi ağabeyi, kimi ablası, kimisi bir tanıdık yanında…
Hepsinin amacı ortak: 'Aman okuyalım da kendimizi kurtaralım.'
Köyden şehre gitmek, şehirden köye gelmek de zor. Yol yok, iz yok, arabayı gören kim ola. Öyle günler var ki Ordu'ya gitmek için bir gününü feda ediyorsun.
Vilayete gitmeden uzun bir hazırlık yapılır. Kara lastiklerin içinde yün çoraplarla gecenin birinde çıkardık Kızılçukur yollarına. Kızıl çukur dediğin aracın köylüyle buluştuğu en yakın yerdir.
Patika yolları aşıp sabahın ışıklarında oraya ulaştığındaki mutluluk, seni taşıyacak araca kavuştuğun içindir. Arabanın yanında perişan halde, hele de kış mevsimi ise ellerin soğuktan titrerken şoförün bir an önce koltuğuna oturmasını beklersin.
Ne kadar beklenileceğini bilemez, sesini çıkarma şansın asla yoktur.
Şoför kahvaltısını yapmış, sıcak çayını içmiş, bir de filtresiz sigarasını yakıp koltuğundan arkasına döndüğünde, biliriz ki araba kalkacaktır artık. Kontak anahtarını çevirip motor sesi geldiğinde yorgun halimizle dahi artık keyfimiz yerine gelir.
Aracın kalkışıyla öylesine bağlantılı bir köyüz ki; şoför tüm yolculara bağırır."Kotanalılar geldi, artık gidebiliriz!" En arkaya sessiz sedasız sıvışırız, sanki Belene kampına gidiyoruz.
Kotana köylüsü tüm olumsuz koşullara rağmen hiç durmadı. Bugün köyümüzde her meslekten iki yüzün üstünde amir-memur, hatta profesörlerimiz var. Köyün tek öğretmenli ilkokulundan, ilk mezun üç öğretmen, iki hemşire bir gardiyan çıktı.
Dokuz çocuklu bizim ailede sekiz kardeş devletin çeşitli birimlerinde görev aldık.
Köylümüzün bir kısmı da yurtdışına açıldı, iş buldu, kimisi işveren oldu.
Şimdi Kotanalı deyince "Siz Derinçaylısınız!" diyorlar.
Biz eskiden de Kotanalıydık, şimdi de Kotanalıyız.
Aslında ne o zaman kompleks yaptık ne de şimdi yapıyoruz.
Yalnız baktım ki son yıllarda bizim köylülere bir haller olmuş.
Kotanalı geçmişinden biraz uzaklaşmış gibi geldi bana.
Üzüldüm tabi ki…
Cenikli olmuşlar, hatta şehirli olmuşlar.
Her evde on tane büyükbaş hayvan varken artık bir inekleri bile yok. İki, üç evin birinde koyun sürüsü varken o da yok.
Hayvanların altına serilecek çayırlardaki kızılotların paylaşım kavgaları yapılırdı. Artık o çayırlar biçilmiyor, herkes ekmeği fırından, peyniri, yoğurdu bakkaldan alıyor.
Bu sene bir ay kaldığım yaylada köy yumurtası bulamamak düşündürdü beni.
Çocukluğumun çalışkan köylümden bugün eser yok mu acaba?
Benim güzel köyümün güzel insanları!
Kışın ayazında gecenin karanlığında, ormanların içinde çırayla hayvanlara kışlık ihtiyaç bulmaya giden çalışkan köylülerim.
Üretin, bedeninizi fazla yormadan, akıllıca üretin. Önceki yıllara göre şimdi her şey gerçekten daha kolay. Tam köylü olmanın ve yaşamanın zamanı.
Ben yıllar öncesindeki köylümü aramakta o kadar zorlandım ki…
Ben bugünkü şehirliye özenen değil, 'Geçmişteki Kotanalıları aradım köyümde.'
Saygılarımla.

Öğretmenim köylüsüne, Atatürk'ün verdiği makamı, milletin efendiliğini bırakmayın diyor. Tüm öğretmenlerime saygılarımı sunuyor, yeni eğitim öğretim yılında herkese başarılar diliyorum.