Türkiye, yıllık 50 milyon ton civarında yaş sebze meyve üreten bir ülke.

Toplam üretimin hemen hemen yarısı sebze, yarısı meyve.

Türkiye, yaş sebze ve meyve konusunda, geleneksel tüketim alışkanlıkları çerçevesindeki ürünlerin pek çoğunda kendine yeten bir ülke. Hatta üretim fazlası olan bir ülke.

Sebze ve meyvelerden ülkenin yıllık hasılası 2017 için 90 milyar TL civarında. Bu miktar çiftçinin eline geçen miktar ve TÜİK verisi.

Bu miktarın (aile içi tüketimin dışında kalan) tahminen 75 milyarlık kısmı pazara sunulan, ticarete konu olan miktar.

75 Milyar TL'lik ürün pazarının piyasa değeri ise yaklaşık 100-110 milyar TL değerinde.

Olağan koşullarda oluşan tutar bu.

Yaklaşık % 20 civarındaki son satış ürün kayıp ve firelerini de düşünce piyasa yaklaşık 120-130 milyar TL'lik bir duruma erişiyor.

Peki, bu ürünler nasıl piyasalaşıyor?

1- Üreticinin kendi doğrudan satış kanalı.

2- Kooperatif ve birlikler üzerinden pazarlanan miktar.

3- Hal ve Komisyoncuların pazarladığı miktar.

4- Mal tedarikçileri ve tüccarlar, perakendeci zincir marketler, Gross marketler üzerinden pazarlanan miktar.

İlk üç kanalın ikincil satış kanalları olarak, 'semt pazarlarını' da sistemin pazarlama ayağında görebiliriz.

Burada en önemli sorun bir denge-balans mekanizmasının olmaması.

Şu an için etkin kanallar bunlar. Ki; birinci ve ikinci'nin belirleyici bir etkisi yok.

Hal ve komisyoncular üzerinden yaşanan en önemli sorun manüplasyondan ziyade, pazarlama ağı, kar marjları, depolama ve lojistik (ulaşım-nakliye) suiistimallerinden kaynaklanıyor.

Daha önce de işleyen bir yol olmasına rağmen, son on yılda sisteme hızla ve biçim değiştirerek entegre olan diğer bir satış pazarlama kanalı ise 'mal tedarikçileri ve tüccarlar'.

Sayıları 30.000'ne yaklaşan yerel-ulusal perakende zincir marketler ve Gross marketlere mal tedarik eden, bu zerzevatı sözleşmeli ya da anlaşmalı olarak tarla ya da bahçe başında kapatan, ekim ve hasat dönemi süresince oluşacak değişimleri üreticinin sırtına yükleyen, yüksek ticari karlar elde etme iştahası içinde olan (ancak zaman zaman bu karlarını marketlere kaptıran) tedarikçi ve tüccarlar zaman içerisinde piyasada etkin olmaya başladı.

Hatta piyasayı yönlendirme gücüne kavuştu.

Bunun karşısında, marketlerin kendi depolama koşullarının olması, lojistik ağlarının güçlü olması, tedarikçi sayısının gün be gün artması; tedarikçileri zora sokmaya ve sevkiyatları alıcının keyfine göre yapmaya zorladı.

Zincir marketlerin piyasa bozucu etkisi ve bu etkinin geriye doğru yığılması ile hem tedarikçi/tüccar, hem halci-komisyoncu ve hem de üretici, bundan belli oranlarda pay almaya başladı.

Elbette ki temel yasa çalıştı ve 'altta kalanın canı çıksın' durumu gerçekleşti.

Tedarikçi/ tüccar bir sonraki sezonda faturayı üreticiye yıkınca, üretici yavaş yavaş üretimden çekilmeye başladı.

Çünkü tüketicinin 'satın almama tercihi' olmasına rağmen, üreticinin 'satmama tercihi' yok.

Aslında işin kırılma noktası ve zincirin koptuğu hatta üst üste yığıldığı nokta da tam burası.

2018-2019 yılına kadar bu şikayetler üreticinin yeterince mağdur olmasına yol açarken, sözkonusu mağduriyet tüketiciye çok fazla yansımıyordu. Hal böyle olunca, tarım sektörü içinde olmayan ve her zaman onu görmekten imtina eden politik ve ekonomik kanalların dikkatini çekmiyordu.

2009 yılı baz alındığında (=100) 2017'ye göre 192, 2018'e göre 232 olması gereken resmi enflasyon artış tutarı maalesef hiçbir üründe bu rakamlara ulaşmadı.

2018 sonrası ise bu durum çok yönlü pik etkisi yaratmaya başladı.

2018 kur artışı oranları ile çiftçinin girdilerindeki artış miktarı aynı olmadı. Kur'da, son duruma yansıyan % 35-40'lık artış, çiftçinin girdilerinde % 100'ün üzerine çıktı.

İşte bu noktada fiyatlar kontrol dışına çıkmış oldu.

Kış sezonunda üretim bölgelerinde yaşanan doğa olayları ise bu durumun tuzu biberi oldu.

Toparlarsak; eğer sebze - meyve fiyatlarının artışının arkasındaki etkenin 100 birim olduğunu kabul edecek olursak, bu miktar içinde en düşük pay çiftçinindir. Bunun kaynağı da ya üretimini azaltması ya da üretimden çıkmasıdır.

O halde fiyatlardaki artışın kaynağı ve varsa paydaşları nedir?

Pazarlama payı ağındaki ilk iki yolu yine dışlayarak, halci/komisyoncu payı 5 birimi; tüccar/tedarikçi payı 15 birimi; zincir market payı dahil 'toplama' da (15+5=20) 20 birimi geçmez.

Geriye kalan şık ise 'tüketicinin alım gücünün düşmesi' ile ' genel ekonomik koşullardır'.

Ülkenin bu durumu öngörememesi, buna dair bir düzenleyici kuruma sahip olmaması, fiyatlara yansıyıncaya kadar tarım sektörünün neoliberal iktisat bakış açısından değerlendirilmesi, üreticinin 'kendini dengeleme mekanizmalarına', finansman yönetim alışkanlığına, sermaye birikimine sahip olmaması gibi birçok sebep sayılsa bile sonunda zarar görenin yine üretici/çiftçinin ve tarım sektörünün olması oldukça sıkıntılı bir sonuçtur.

Kanaatimce tanzim edilmesi gereken bu olsa da, ortadaki tablonun tanzim değil satış olduğu şeklindedir.