Beşikdüzü'nden girdik, çıktık Sis Dağına.

Yaylalar arası gezinirken bir baktık ki Kadırga'dayız.
Dolaştık zirveleri bulut denizlerini seyrederek.
Bazen uçurumların kenarı, bazen ise dağların tam üzerinde.
Heyecan ve merakla geçilen güzergahtan geri dönmek hiç işim değil.
Soruşturunca, yöre insanı "Kadırga'dan Zigana'ya inebilirsin" dediler.
Dediler de; yollar aracımızın geçişine uygun mu acaba?
Neyse ki şansımıza havanın açıklığı arayışımı destekler gibi.
"Zigana'ya geçerken unutamayacağınız manzaraları görebilirsiniz" sözleri de teşvik gibi geldi bana. Aynı günde birkaç yaylayı gezmek yorsa da gülü seven dikenine katlanıyor.
Aktaş yaylasında da desteklenen öneri "Ana yolu sakın terk etmeyin, yeter".
Dağların tepesinde tarif üzerine Kadırga'dan iniş başladı. İnsan açıkçası böyle yerlerde bir canlı görmek isterken, akşama bir saat kala her döndüğümüz güzelliklere takılmak oyalıyordu bizi.
Birde Kadırga'da Kürtün tabelası dikkatimizi çekmiş ve Gümüşhane topraklarında gezindiğimizi anlamıştık. Yerleşim yerlerini terk ettikten sonra gördüğümüz çoban rahatlatıyor bizi.
"Merak etmeyin bu yol sizi Zigana'ya götürür."
Yol ayrımlarında tercihlerimizde yanılmıyoruz ama baktık vadilerden gelen duman muhtemelen az sonra bizi sisin ortasında bırakacak gibi. Sakin şekilde yol alırken, üç yüz metre ilerde yolun altında bir çocuğun süratle geçeceğimiz yola tırmanıyor olması dikkatimizi çekiyor.
Sararmış dağınık saçlı, yanakları kızarmış tam bir yayla çocuğu.
Elinde yaylalara has sarıçiçekleri uzatınca neden koştuğunu anlamıştım.
"Kaça satıyorsun çiçekleri koçum?" deyince başını eğerek "Beş lira amca" dedi.
Çevrede gözle görünür yerleşim yeri yok. Gün boyu kimseyle karşılaşmamış, karşılaşmamayı kabullenmiş çocuğun, topladığı çiçeği kazanca dönüştürme gayreti onu gözümde büyütürken, bu girişimini mahcubiyet duyarak yapması etkiledi beni.
Bir tarafta doğada gezinenler, diğer yanda hayatın zorluğunu ensesinde hissedenler.
Erken yaşta hayata atılmanın doğal eğitimiydi bulunduğu koşullar. Çiçeğin bedeli evine gittiğinde ailesiyle paylaşacağı bir sevinç kaynağıydı belki. Başladık yayla çocuğuyla sohbete.
"Kaçıncı sınıfa gidiyorsun?"
"Beşinci sınıfa geçtim"
"Nerede okuyorsun?"
"Torul'da okuyorum."

"Zigana'ya geçeceğiz doğrumu gidiyoruz?"
"Evet amca!"

"Peki, şu yol nereye gidiyor?"
"Orası bizim Torul'a gider."

İstediği rakamın üzerinde çiçeğin bedelini verip ayrılırken arkamızdan seslendi;
"Amca arabanızda yenecek bir şey var mı?"
Ne gariptir ki ne var ne yok ondan önceki çobana teslim etmiştik.
Dağları, obaları, yaylaları fethedelim derken.
Samsun'a gelince baktık ki bizim gönlümüzü
Çobanlık yapan 'Kadırga'daki Çocuk' fethetmiş.