Yazılan çizilen kağıtlar…
Açık bırakılan ampuller…
Bir kez giyilip unutulan giysiler…
Gereksiz çalışan elektronik cihazlar…
Bedeli ülke ekonomisine o kadar ağır ki…
Toplu ulaşım araçlarının kullanımı önerilirken, 'Aracımın yakıtı beni bağlar!' diyemeyiz.
Bir de gıda konusundaki vurdumduymazlığımız yok mu?
Sofrada artanlar, dökülenler, saçılanlar…
Tabakta kalan bir pirinç tanesinin parasal karşılığı hesaplanmıştı da inanamamıştım.
Geri dönüşümde ülkelerin inanılmaz kazanımlar elde ettiği bir dünyadayız.
Peki, durum böyleyken biz ne haldeyiz?
Çöpe atılan tonlarca ekmek içimizi sızlatıyor.
Sofradakilerin değeri, sadece karnımızı doyurmanın karşılığı değil ki.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya yansıyanlar, yediğimize dahi saygı kalmadığını gösterdi.
İstanbul Kadıköy'de bir okulun eğitim yılı açılışında öğrencilerin üzerine yağmur gibi yağdırılan simitler, yere halı gibi serilmişti.
Adeta bir tribün şovu sergilenir gibi.
Meğer bu iş, geleneksel hale dönüştürülmüş.
Ne hazin tablo, değil mi?
Ekmek kırıntılarının yere düşmesine izin vermeyen, yerdeki ekmeği öpüp alnına götüren ve tekrar sofrasına taşıyan ya da onu yüksek bir yere bırakarak kutsallık atfeden bir kuşaktan; yediği lokmanın manevi değerini hiçe sayan, fütursuzca ayaklar altına atılmasını bir eğlence gibi yaşayan nesile…
Bu milletin öz kültürü kesinlikle bu değil.
Biz, israfın önlenmesinin insani değerlerin başında olduğuna inanan…
Ekmeği emekle özdeş bilen…
Yediği lokmaya her zaman saygı duyan...
'Nimet çarpsın ki!' yeminlerine itibar eden bir nesiliz.