Baba gibi görürdük kendisini.
Saygıda asla kusur etmezdik.
Sevdiğimiz kadar korkardık da...
Gönlümüze öylesine yer etmişti ki...
1969 yılında başlayan birlikteliğimiz mezuniyete kadar kesintisiz sürmüştü. 
Günlük gazetedeki tefrika romanlarını her gün bir arkadaşımıza okuturdu.
Evimize gelse dünyanın en mutlu insanı olurduk herhalde.
Onun için her öğretmen tüm öğrencilerinin bir akşam evinde misafiri olmalı derim.
Günümüz ilkokul öğretmenleri bunu ne kadar yapıyor, tartışmalı?
Milli bayramlarda gururu olmak için Harp Okulu öğrencileri gibiydik.
Desinler ki, 'Recep öğretmenin sınıfı bu bayram harikaydı.'
İlerleyen yıllarda onu gördüğümüz yerde asker gibi dururduk gözden kaybolana kadar.
Öğretmenimizi ders veren birey, bilgi aktaran bir araç olarak hiç görmedik.
Öğretmen genelde herkesin gözündeki klasik görüntü gibi olmamalı.
Öğretmen toplumda bir örnek, paha biçilmeyen bir değerdir.
Öğretmenin elindeki hamur değil ki iyi bir pastacı olsun.
Ya da elindeki hammadde kereste değil ki iyi mobilya ustası olsun.
Öğretmen elindeki insanı en iyi şekilde insani sıfatlarla donatmalı. 
Aklında sadece alacağı ücret var ise o kişi öğretmen olamamıştır.
Saygın ve anlamlı meslek olan öğretmenler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olsalar da asla onları memur göremeyiz.  
Korona nedeniyle eğitim sürecine buruk başlayan öğretmenlerimiz, öğrencileriyle yan yana, omuz omuza olmadıklarından elleri kolları bağlı belki.
Öğretmen öğrencisine dokunmalı, göz göze gelmeli, birebir iletişim kurmalı.
Öğretmen öğrencisiyle aynı havayı teneffüs etmeli.  
Öğretmenle öğrencinin buluşma yerleri sadece sınıflar olmamalı.
Doğanın içinde, bir kurumda, ya da ev ziyaretinde bu birliktelikler sağlanmalı. 
Düşünüyorum da 'Her öğretmen görevi boyunca adam gibi bir kişi yetiştirse.'
Bu ülke ve toplum nerelerde olur acaba?
Velhasıl 'Ben Öğretmenim' diyebilmek.
Birkaç kuru sözle asla olmuyor.