Herhangi bir malı mülkü olmayan, maaşlı, yevmiyeli çalışanlardan bahsediyorum.
Sürekli çalışıyorsunuz ama bir türlü birikim, tasarruf yapamıyorsunuz.
En iyi durumda aybaşını ucu ucuna çıkarıyorsunuz. Oysaki fazla mesaiye kalıyorsunuz, ücretinize yansımamasına rağmen gerektiğinde sabahlara kadar çalışıyorsunuz. Sizce de bir terslik yok mu? Bu kadar çalışma, bu kadar emeğin karşılığı nereye gidiyor?
Hemen söyleyeyim; Londra'daki tefecilerin cebine gidiyor.

Türkiye uzun zamandır bütçe açığını borçla kapatan, aldığı borcu da borçla kapatan, aldığı borcun faizini de borçla kapatan bir ülke. Borçlanma, liberal ekonomi çevrelerince 'ekonomik enstrümanlardan biri' olarak tanımlansa da galiba bu 'enstrüman' konusunda biz ipin ucunu biraz kaçırdık. Muhalefet partilerinin ekonomi raporlarına göre geçen yıl ocak-kasım döneminde Türkiye, kamu ve özel sektör borçlarının sadece faizleri için 13 milyar 95 milyon Dolarlık ödeme yaptı. Bu dış borç faiz ödemeleri Ocak 2003-Kasım 2019 aylarını kapsayan dönemde toplam 169 milyar 181 milyon dolara ulaştı. Bu dönemde Türkiye'nin ödediği (faizler dahil) toplam dış borç ise 800 Milyar Dolardan, yani ülkemizin GSMH'sinden fazla. Kısacası Türkiye 'ekonomiyi döndürme' adı altında varını yoğunu dışarı akıtıyor. Ve bu dışarı akıtılan paralar enflasyon, kredi ve faiz yollarıyla çalışan kesimin emeğinden çalınarak ödeniyor. Böyle bir ülkede çalışmak yerine sokakta boş gezmek bile çok daha karlı maalesef.

Bütçe açığı veren her ülke gibi Türkiye'de bu açığı 'Yabancı Sermaye' denen arkadaşla kapatmak istiyor. Liberal ekonomistlere göre bu arkadaş, yargısıyla, demokrasisiyle 'güven' veren ülkelere misafirliğe gelmeyi seviyor. Hatırlarsak 2007-2011 yılları arası yabancı sermaye ülkeden çıkmak bilmiyordu. Üretmeyen, yatırım yapmayan ülkemiz büyüme üzerine büyüme rekorları kırıyordu. Hafızamızı zorlarsak bu dönemin Türk Silahlı Kuvvetlerine kumpasların kurulduğu, generallerin, amirallerin yok yere zindanlara atıldığı, hukukun çiğnendiği, yok sayıldığı döneme denk geldiğini görürüz. O günlerde alım gücü yüksek, enflasyon düşüktü. Dünyadaki ekonomik kriz Türkiye'yi 'teğet' geçmişti. Cebine bakan vatandaş ülkenin ordusuna, geleceğine nasıl bir kumpas kurulduğunu pek umursamadı. O dönemde hukukun hiçe sayılmasını yabancı sermaye de umursamadı. Ancak ne zaman Türkiye PKK ve YPG ile etkin biçimde savaşmaya, içte ve dışta bunların üzerine gitmeye başladı, yabancı sermaye denen arkadaş usulca çekti gitti.
Demek ki bu 'Yabancı Arkadaş' ülkenin dengelerini teslim edecek kadar güvenilir bir arkadaş değilmiş.

Peki, Türkiye bu borç sarmalından kurtulabilir mi? Atatürk dönemindeki gibi 'Denk Bütçe' yapabilir mi? Çalışanın kazandığı, çalışanın cebinde kalabilir mi? Türkiye bir milli kalkınma hamlesi yapabilir mi? Yine hemen söyleyeyim; bu kafayla zor. Bir kere 'Cumhuriyet Dönemi' hariç 'Ulusal Kalkınma' hiç bir zaman Türkiye'nin gündeminde olmadı. Gazete arşivlerine girerseniz ülkenin ne tip yapay gündemlerle meşgul edildiğini görebilirsiniz. Borçla, harçla, kıt kaynaklarla yapılan, geri dönüşümü olmayan, gösterişli hafriyat işlerinden bahsetmiyorum. Ulusal kalkınma hamlelerinden, üretimden, tarımdan, fabrikalardan bahsediyorum. Böyle bir şey hiç bir zaman gündemimizde olmadı. Türkiye'nin borcu borçla kapatan bir ülke olmaktan çıkması için atacağı ilk adım, bunu istemesi ve gündemine almasıdır. İtiraf etmeliyim ki böyle bir adım, özellikle bu kadar kısa ve uzun vadeli iç ve dış borç varken, uluslararası kapitalizme ve 'Globalcilere' karşı Atatürk'ün başlattığı kurtuluş savaşı kadar büyük bir meydan okumadır.

Böyle bir meydan okuma Türkiye'de yaşayan 82 milyon kişinin tamamının heyecanla katıldığı bir mutabakatla mümkündür. Haksızlık etmeyelim; Necmettin Erbakan'ın 'Ağır Sanayi Hamlesi' diye bir söylemi vardı. Ne var ki Erbakan'ın Türkiye'nin rejimine karşı rijit bir söylemi vardı. Bir yandan ülkenin rejimine, kurucularına küfredip diğer yandan da 'Ağır' bir sanayi hamlesi yapılabileceğini düşünmek herhalde hafif bir tabirle mantıksızlıktır. Bunun için birleştirici, bütünleştirici söylemlerle ülkeyi hedefe yönelik motive etmek gerekiyor. Peki ülkemizde böyle bir iklim var mı? Hayır. Maalesef Türkiye, 80 öncesi çatışmalardan sonra en çok kutuplaşmanın yaşandığı bir döneminde. Gündemse milli kalkınmanın yanından bile geçmiyor.

Bu yüzden ücretli, maaşlı çalışan arkadaşıma müjdeli bir haber veremiyorum.
Dövizin gündelik iniş, çıkışlarına bakmayın. Temelde değişen bir şey yok.
Çalışıp, didinip havanda su dövmeye devam ediyoruz.