Kendine özgü kuralları olan

İnsanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan.

Oluşumu insanlık tarihiyle yaşıt.

Canlı, akışkan sürekli kendisini yenileyen.

Yazı dili sabit iken, konuşma dili farklılıklar gösteren.

Ardında düşünce ve zekâ parıltıları barındıran sosyal bir olgudur dil.

Mesela güzel Türkçemiz, birçok lehçeye, şiveye, ağza ayrılmışta olsa.
                Milletimizin manevi ve kültürel değerlerini bünyesinde sımsıkı koruduğu gibi birlik ve beraberliğimizin de sembolüdür aslında.
                Yeryüzünde yaklaşık yedi bin dilin varlığından bahsedilirken en fazla kullanılanlar ise Çince ve İngilizcedir.
                Dil üzerine o kadar çok sözler, deyişler nağmeler vardır ki.

Saymakla bitmez.

Bir de Orhan Gencebay üstadında söylediği gibi 'Dil Yarası' var ne yazık ki.
                Benim de esasen üzerinde durmak istediğim bugünlerde kullanılan siyasi dil yaraları.
                Dil bireyden, kitlelerden, mantıktan da öte en fazlada duygulara hitap eder.
                Fakat siyasetin sebep olduğu dil ise her şeyi rahatlıkla söyleyebiliyor karşısındakine.
                Hem de fütursuzca, sansürsüzce, izan süzgecinden geçirmeden.
                Türbülansa girmiş olan bu sözde çakma siyaset dili neler söylemiyor ki.  
                Kimisi bu dili alkışlarken, karşı taraf daha ağırı ile karşılık veriyor.
                Bizim terbiyemiz elvermese de birkaç örnekle izah edeyim.
                Dinsiz, şerefsiz, haysiyetsiz, imansız; daha da uzayıp gidiyor.
                Siyasetçiler tahammülsüz olduklarından eleştirilere gelemiyorlar.
                Sanki karşı tarafı sözle dövüyorlar.
                Benzetmelere bir bakın hele; Sisi, Netenyahu...
                Bende diyorum ki 'Bırakın yahu!'
                Siyaset dili altına sığınarak kullanılan bu dil haliyle topluma da yansıyor. Oluşan atmosferin altında hepimiz maalesef nasibimizi alıyoruz.
                Gerçek olan şu ki mutlak surette etki altında kalıyoruz.
                'Dil Yarası' ağırdır, vebali vardır.
                Yılanı deliğinden bizi soksun diye çıkarmaz.
                Göz iki, kulak iki tane ama ağız tek.
                Onun için az konuşup çok dinlemek gerek.
                Dili ve duyguyu en olumlu kullananlar yok mu?
                Seksen yaşındaki annemin evinde kanepede uyuyakalmışım. Üzerime bir örtünün örtülmeye, çalışıldığını hissediyorum. Annemin tüm çabası benim üşümeme engel olmaya çalışmak.
                Bir anne duygusu ve şefkati.
                Bir süre sonra uyandığımda ayrılmak zorundaydım.
                Üzerimi örten o ellere sahip dil 'Oğlum ihtiyaçlarımı getirmişsin. Sadece su ihtiyacım vardı. Su kadar ömrün uzun olsun' diye dua etti.
                İşte bu dil, bu duygu bizi ayakta tutan.
                Diliyle adam döven, hakaret eden dil değil...