Ne olurdu! Arınsak, kirli duygulardan, önyargıdan, hasetlikten, bencillikten... Esasen bu duygularla kirlenmiş bir mana âlemi, kişiliği yoran ve yıpratan bir zemin sunmakta. Ancak kişi, bu mana dünyasında değerler tersyüz edilmiş olmasına rağmen bir zan üzerine kendisini zinde tuttuğunu sanmakta. Oysa asudeliğin, hakyememenin, tevazuun ve kanaatin rehberliği her yönüyle kişiyi mesut edecek yegâne şey. Ahmed-i muhtarın vasıflarını gaye edinmek varken kirli nefs, bu tatlı saadet yerine hengâme içinde ömrün nihayete ermesine sessiz kalabilmekte...

Ne olurdu! Mefkûresi olmayan bigaye bir gençlik zuhur etmeseydi... Öyle bir gençlik ki, köksüz şeylerin girdabına kendisini kaptırmış. Muhammen ve muhayyel şeylerin içinde debelenip durmakta. Bu konuda toplumda mevkii sebebiyle örnek alınacak kişilerin vasatlığı, ülkenin nedensiz övünç kaynaklarından biri olan gençliğin de zirveleşmesine en büyük engel. Kısa yoldan köşeyi dönmeyi hayal eden, emeğin değerini bilmeyen, teşekkür etmeyi öğrenememiş, küfür etmeyi karakterin asli cüzü haline getirmiş, ülke gündeminden uzak bir topluluk. Yok mu içinde bunların hilafına yaşamında ülküsü olanlar? Var elbette! Ancak öyle bir atmosfer oluştu ki, örneğin binbir emekle üst düzey bir üniversiteyi kazanmış gençler doğru ya da yanlış bir tavır ortaya koyduğunda kolayca terörist ya da hain ilan edilebilmekte...

Ne olurdu! Her ne pahasına olursa olsun herkes istidadınca bilgin bir Davut olsaydı...Şimdi herkes tartarak konuşmakta. Zihinde hep geri planda acabalar var. Acaba doğruları söylersem partim zarar görür mü? Acaba hakikati dile getirsem arkadaşım küser mi? Acaba gerçekleri haykırsam işimden olur muyum? Acaba işin aslını anlatsam kazancımda azalma olur mu? Onlarca örnek sıralamak mümkün. Benzer şekilde bilgince davranması gerekenler izzetli davranışın yerine "acabayı" ikame ettiği için ülke hünersiz heykeltıraşların elinde adeta ve ne yazık ki çöpe dönmüş vaziyette. Davut olanlar ise ya buut değiştirdi, lâmekân dünyaya geçti, ya da kalben buruk ve bereli şekilde ilahi tecelliye kendisini teslim etti. Her şeyin aslına avdet etmesine vasıta olabileceklerin lal oluşu ne büyük keder barınağı...

Ne olurdu! Burçların en yükseği olan onur burcu insanlığın sinesini terk etmeseydi...Ne ırk, ne din mensubiyeti, ne de bir başka şey. İlke ve prensiplerinden ibaret bir yaşam modülü benimsenmedikçe ne ihya ne de ikbal mümkün. İnlemeden elde edilmiş makam ve statü vazgeçilmesi zor bir tutku doğurmakta. O sebeple faş edilen pek çok şeye rağmen onurlu davranış görmek imkânsız hale geldi. Öyle kirli duygular tasallut etmiş ki, nusrete ihtiyaç nihayetsiz durumda artık. İçerden ifşa bile cari olan anlayış sebebiyle insanları kımıldatmıyor. Öyle bir pişkinlik hali ki insani ve ahlaki hudutlar içinde yorum getirmek olanaksızlaştı. Belki de müstahakız, kimbilir...

 

Ezcümle, şifakâr sesler egemen olsun artık. Yorulduk. Emaresi görülsün artık mutluluğun. Kalmasın muallâkta bir şey. Yüzü ve yüreği Ayşegül olanlar bani makamına alınsın. Gerçek müsteşarlar bize rehberlik etsin artık. Nurefşanlar var olsun her yerde. Düşler düşsün dünyamıza ve filizlensin. İhtilaflar ittifaka evrilsin. Yaşam kaynağı olan suya hasret yüreklere yaşar sami insanlar, atiye de seslenerek hatiplik yapsın ve abı-ı hayat olsun. Her anne Fatma anneyi örnek alsın. Leventler ensar gibi yaşasın. Uygun ve mümkün olan ne varsa hayat bulsun. Değer alanlarımız oluşsun. Hüzünlü yakınmalar tatlı bir tebessüme dönüşsün. Nicedir tali olan huzur baki olsun. Seciyesi temiz olanlar halelensin etrafımızda. İmdat diyoruz. "Efkâr, zihinlerde medfûn ve mahfî kaldıkça ma´dum hükmündedir, umuma bir fâide temin edemez." diyor Filibeli Ahmed Hilmi... Ne olur, herkes bulunduğu yerden düşünse, idrak etse ve anlatsa... O zaman göreceğiz bitecek bu fasit daire; gamsız, serazat olan gidecek ve hülyalarımızdaki haydarane eda tüm asli şeyleri bize armağan edecek...