18 Nisan 1992  -18 NİSAN 2024                                       

                                   18 NİSAN   KIYAMET GÜNÜ VE ANNESİNİN MAVİ GÖZLÜ PAŞASI…

1.Bölüm

         O gün (18 Nisan1992 )  dört güzel insana kurulan  kalleş tuzak , onların şahsında bu coğrafyada söz sahibi olmuş yüce Türk Milletine kurulan hain bir tuzaktı. O gün hayalleri,umutları,sevdaları ,yaşam hakları insan kılığındaki vahşi yaratıklar tarafından hunharca ellerinden alınacaktı. Hem de hiç tanımadıkları, hiçbir yerde hiçbir şekilde bir araya gelmedikleri, aralarında hiçbir husumet bulunmayan ama ülkesine husumetli insan kılığındaki insanlığını kaybetmiş zalim vahşi yaratıklar tarafından Pamuk geçidi mevkiinde güpe gündüz pusuya düşürüleceklerini büyük bir kıyameti  yaşayacaklarını nereden bileceklerdi. Buna imkan var mıydı?

       Dört güzel insan karıncayı bile incitmezken ,kim onlara kıyameti yaşatacaktı?Kıyametin zebanisi kim olacak? Yaşam hakkı sadece insanların değil, her canlının hakkıydı. Bu en temel hak sadece ulusal değil ,uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmış ,ülke anayasalarında yerini bulmuş en temel insan hakkıydı. Pamuk geçidinden dört kınalı kuzu, İlhan Hamlı ,Naci Yıldırım ,Mustafa Karaçimen ve Erkan Iğdır Astsubaylarımız silahsız ve sivil oldukları halde Doğubeyazıt istikametine kendi otomobilleriyle devlet karayolundan Ağrı dağı eteklerinden  sessizce neşe içerisinde süzülüp geçip gitmişlerdi. Devlet karayolunda sabah trafiği çok rahattı,  hatta yollar bomboştu denilebilir.Kars,Iğdır ve nihayet Doğubeyazıt’a gelmişlerdi. Bir gün önce sabit telefonla Kars’dan diğer astsubay arkadaşlarıyla önceden görüşüp sözleşmişlerdi. O yıllarda henüz cep telefonu kullanımda değildi. Doğubeyazıt’ta görev yapan astsubay devreleriyle yıllar sonra Doğubeyazıt Orduevinde buluşup hasret gidereceklerdi. Güzel bir buluşma güzel bir sohbet ve güzel bir veda olacaktı. Öyle umut etmişler öyle hayal kurmuşlar öyle planlamışlardı. Hasretle kucaklaşılacak ,çaylar ,kahveler içilecek ,öğle yemeği Orduevinde yenilecekti. Bu bir devre buluşması, bu bir ayrılık kucaklaşması olacaktı. En azından birkaç saatlik zaman dilimini neşe ve huzur  içerisinde geçireceklerdi.Doğubeyazıt’a ilk kez gelmişlerdi o yıllarda şimdiki gibi cep telefonu ve ona bağlı Nagivasyon cihazıda  yoktu .Zaten Doğubeyazıt o kadar büyük bir ilçe değildi. Bir kaç kişiye sorduktan sonra Doğubeyazıt Orduevine gelmişlerdi. Serhat şehri Kars’dan gelen dört genç astsubay yine yaşıtları olan devreleriyle  Doğubeyazıt’ta ve yakın birliklerde görev yapan astsubaylarla anlaştıkları gibi oturma salonunda buluştular. Bu buluşma sıradan bir buluşma değil ,devre  ve  silah arkadaşlığı buluşmasıydı. Bu buluşma kendi memleketlerinden kilometrelerce uzaklıkta zor bir coğrafyada şark görevi yapan  genç astsubayların ,astsubay sınıf okulunda çocuk yaşta başlayan anılarını tazeledikleri güzel bir buluşmaydı. Aynı zamanda bu buluşma bir ilkbahar buluşması olduğu için şark görevini tamamlayan astsubaylarında daha sonra gelen devrelerine ve astsubay arkadaşlarına veda ettikleri bir dostluk ve kardeşlik buluşmasıydı. O yıllarda çocuk  denecek yaşta giydikleri askeri üniformanın kendilerine yüklediği askerlik disiplini altında saygı ve sevgi içerisinde her türlü gelişimini tamamlayan genç astsubayların birbirlerine bağlılıkları hiç şüphesiz çoğu zaman kardeşten bile ileri olabilmekteydi. Bu yüzden görev yaptıkları bölgenin zor  şartlarının yanında askerlik mesleğinin zorluklarını da  devrelerin birbirleriyle olan samimi dayanışması kolaylaştırmaktaydı. Aslında her şart altında görev yapmak üzere yetiştirildikleri için verilen her görevi içtikleri yemine bağlı kalarak yapma iradesine ve kapasitesine sahiptiler. Hep bu çizgide askerlik disiplini ve saygısı içerisinde yaşamlarını düzenlemişlerdi. O yıllar Ankara’nın çok farkında olmadığı ama çokta habersiz olmadığı bir doğu ve güneydoğu gerçeğinin yaşandığı acımasız  yıllardı. Bölgede sessiz ama zaman zaman can yakan hain bir hareketlilik olduğu, kan döküp can aldığı  yazılı basına ve az sayıdaki devlet televizyonu olan az kanallı TRT televizyon kanallarının haberlerine düşüyordu. Bir gerçek vardı ki, o bölgelerde neler olup bittiği batıdan çok net görünse de bu kadarı beklenmiyordu . Biraz gevşeklik vardı ,dersek kimseyi yanıltmış olmayız. Ankara’dan veya batıda başka bir yerde yani terörün o bölgedeki gibi yaşanmadığı yerden konuşmak gerçekten çok kolaydı. Kolay olan o yıllarda ağırlıkla yapıldığı için o hassas bölgelerde aslında bir şeyler hızla ters gitmeye ve can yakmaya başlamıştı. O yıllardaki bu sağırlığın adına gaflet ve delalet dersek biraz abartmış olmayız. Bu umursamazlık ,birazda maalesef böyle bir şeye dönüşmüş gibiydi.

      Maalesef ki büyük  fotoğraf çok hazindi. O fotoğrafı iyi okuyamayanlar yada okuyamayanlar yüzünden nice şehit acıları ülkenin her yerine düşmeye başlayacaktı. Şehit ateşi düşmeyen ne köy, ne mahalle, ne mezra ne ilçe nede il kalmayacaktı. Şehit cenazesi ile karşılaşmayan yüzleşmeyen kimse olmayacaktı. Nitekim de öyle oldu. ilk kanlı eylemini 15 Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli'de gerçekleştiren terör ögütü ;1990 yılının başından itibaren bu kanlı eylemlerini yol kesme, köy basma bebek katletme, okul - köy yakma ,asker ve polis kaçırma eylemleri yaparak bölgede büyük bir korku ve endişe yaratmaya çoktan başlamıştı. Maalesef içimizdeki ve dışımızdaki gözü dönmüş hainler birlik olmuş ,masum insanların kanını akıtmaya ve toplu katliamlar yapmaya ,beşikteki bebekleri bile katletmeye başlamıştı. Ne olup bittiğini doğru tespit edemeyenler tarafından üç beş çapulcu olarak adlandırılan bu kanlı terör örgütü; yönetenlerin ve doğru teşhis koymakta gecikenlerin , bu umursamazlığını ve gevşekliğini fırsata çevirecekler ve maalesef canımızı çok yakacaklardı. Ama hiçbir şekilde emellerine ulaşamayacaklardı. Karşılarında güçlü bir devlet ,güçlü bir ordu olacak, döktükleri kanda er yada geç boğulacaklardı. Bu hain hareketin başka bir sonu yoktu. Başka bir son bekleyen terör örgütü ,her zaman küresel güçlerin maşası olamaya  devam edecekti .Aynen şimdilerde olduğu gibi.

      Böylesine acı bir ülke gerçeğinin yaşandığı o yıllarda doğu ve güneydoğu bölgesinde gece yolculuğu güvenlik nedeniyle sıkıntılı yapılıyordu. Çünkü terör örgütü gece karayolunu kesip araç durdurup kimlik kontrolleri yapmaya ve insanları dağa kaçırmaya hatta kimliklerine bakarak  o yolu kullanan devlet yanlısı kim varsa onları acımasızca infaz etmeye başlamışlardı. Yaşananların çoğu batıda duyulmuyordu bile…Belki de sansürleniyordu bunu çok bilmiyoruz. Kaynağından çok sağlıklı haber akışı olmuyordu. Hem o yılların teknolojik hem de bölgesel haber kaynağı  nedeniyle sıkıntılar yaşanabiliyordu. Haberlerin telekslerle geçildiği ,sabit telefonların ve telgrafların ağırlıkla kullanıldığı çok sayıda özel tv kanalının olmadığı yıllardı. Tarih öncesinden bahsetmiyorum ama o yıllar öyleydi. Elbette o yıllarında kendi koşulları içerisinde güzellikleri ve kolaylıkları  vardı.

   18 Nisan günü Doğubeyazıt’a  sabah saatlerinde gelen Doğubeyazıt’ta birkaç dükkan gezdikten sonra Orduevinde astsubay devreleriyle buluşan Kars’da görevli dört Astsubayın artık dönüş saatleri gelmişti. Hava kararmadan yolculuklarını tamamlamaları gerektiğini güvenlik gerekçesi nedeniyle biliyorlardı. Bölgede zaman zaman bazı olumsuzlukların yaşandığı bu nedenle karanlığa geceye kalmamaları gerektiği Doğubeyazıt’taki devreleri tarafından da konuşulmuştu. Elbette tedbirli olmakta her zaman fayda vardı .Onlarda kendilerine göre tedbirliydiler. Sivil ve silahsızdılar. Karanlığa ve geceye kalmamışlardı.  Herhalde dönemin Başbakanı o günlerde yolların güvenli olduğunu söylerken boşuna söylemezdi diye insan düşünmüyor olamazdı. En azından güpe gündüz devlet karayolunda seyir halinde olan insanların ve araçların her türlü güvenlikleri sağlana bilmeliydi. Bunu yapması gerekenler herhalde her türlü güvenlik önlemini almış olmalıydı. Elbette hafta sonu diyerek kimse bir zafiyet içerisinde olmamıştır. Kaldı ki insanların seyahat ve yaşam hakları en temel insan hakkıdır. İnsanlar kendi ülkelerinin yollarını kullanırken birilerinin devlet hakimiyetini hiçe sayarak, o yolu kesip kimlik kontrolü yapması daha da ileri giderek onları orada infaz etmesi hiçbir şekilde kabul edilemez . Maalesef bölücü teröristler tarafından teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla bu canilik bu vatan topraklarında  çok yapıldı. O kadar ileri gittiler ki, devlet yanlısı diye yaftaladıkları sadece o insanları değil ,o insanlara ait ne varsa kümesteki tavuklarına kadar tek bir canlı bırakmadan  öldürdüler. Bu katliamları  yaparken de en başta teröristbaşı bebek katili Abdullah Öcalan’dan ve ona bağlı örgüt yöneticilerinden aldıkları talimatla hareket ederek bunu yaptılar.O kadar çok ileri gittiler ki Kürt bebeklerini  bile öldürdüler. Tek bir hedefleri vardı ülkemizi bölmek ve bağımsız bir devlet kurmak. Terör örgütü tarafının zaman zaman  kıvırdıklarına bakmayın hiçbir zaman bu hedeflerinden vazgeçmediklerini hepimiz çok iyi biliyoruz. Kimse masal anlatmasın. Halbuki bu ülke ve  bu bayrak hepimizin. Hepimiz kardeşiz ,kalleş olan ,hain olan bölücü terör örgütüdür. Bunu gerçekten bilenin ,bunu samimiyetle görenin hiçbir şekilde hainliklere geçit vermeyeceklerin safı ve yeri şüphesiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN yanıdır.

(Devamı yarın)