'Açmak, yol göstermek, galibiyet ve yardım etmek' gibi anlamlara gelen 'fetih' kavramı, sureye de ismini vermiştir. Fetih suresi 628 yılında Hz. Peygamber'in ashabıyla beraber Kabe'yi ziyaret etmek için yola çıkıp müşriklerin engellemesi nedeniyle Hudeybiye'de son bulan seferin dönüşünde nazil olmuştur.
Geleneksel Müslüman bilincinde Fetih suresi, savaşlar veya arzulanan bireysel başarıların hedefine ulaşması için okunan veya müracaat edilen sure olarak telakki edilir. Oysa ne surenin muhtevasında böyle bir anlam/mesaj söz konusu ne de Resulüllah ve sahabe zamanında bu bağlamda bir örneklikten bahsedilebilir. 'İlk İslam Fetihleri' konusunu çalışmış birisi olarak, hiçbir mücadele öncesinde böyle bir uygulamaya rastlamadığımı yeri gelmişken hatırlatayım.
Hudeybiye'de Resulüllah'la görüşen müşrikler, müminleri Mekke'ye sokmadıkları gibi kabullenilmesi zor şartlar ileri sürmüşlerdi. Görünürde müminlerin aleyhine olan bu şartları Resulüllah kabul edince, bu durum ashap arasında ciddi bir rahatsızlığa neden olmuştu, hatta aralarında Hz. Peygamber'i eleştiren ve tavır alanlar bile vardı. Zira sefere çıkmadan önce Resulüllah mutlaka Mekke'ye girip Kabe'yi ziyaret edeceklerini söylemişti. Hz. Peygamber tepkileri soğukkanlılıkla karşılamış, kendisini eleştirenlere karşı alınganlık göstermemiş, ancak kararından da vazgeçmeyip yaptığı anlaşmanın doğru olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Resulüllah Mekke'ye gitmeye karar verince, savaş amacıyla yola çıkmadığını ilan etmiş ve 'Bu gün barışı gerçekleştirme adına ne isterlerse yerine getireceğim' mealinde açıklamalar yapmıştı. Bu ilanla beraber ashabın sefere katılmasını istemiş, ancak birçoğu silahla yola çıkmadığı ve ucunda ganimet olmadığı gerekçesiyle katılmamıştı. Çağrıya uyup yola çıkanlar ise Mekke'ye giremeyip eli boş dönünce, tam bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Memnuniyetsizlik dönüş yolunda da devam etmiş ve anlaşmadan duyulan rahatsızlığı dile getirenler olmuştu. Böyle bir konjonktürde nazil olan Fetih suresinde hem anlaşmayı hüsran sayanlara hem samimi bir şekilde Resulüllah'ın çağrısına uyanlara hem de maddi beklenti nedeniyle sefere katılmayanlara yönelik mesajlar verilmektedir.
Öncelikli olarak belirtelim ki, surede Resulüllah'ın barışçı tutumu övülmüş ve yaptığı anlaşma ya da gelinen süreç 'fetih' olarak nitelenmiştir. Böylece anlaşmanın önemli bir kazanım olduğu mesajı verilmiştir. Dolayısıyla surenin temel mesajlarından birisi, aleyhe gibi gözükse de barışa sahip çıkılmasıdır. Ancak bu muhtevanın aksine sure adeta savaşta elde edilecek başarılara erişme vasıtası gibi bir anlama dönüştürülmüştür.
Hudeybiye Anlaşması bir anlamda müminlerin önündeki engelleri ve kilitleri açan özelliğe sahiptir. Anlaşma ile beraber müşrikler Resulüllah'ı hukuken tanıdığı gibi önemli bir güç olduğunu da kabullenmişlerdir. Zaten Kur'an da anlaşmayı bu yönüyle 'fetih' olarak nitelemiştir. Nitekim bu anlaşmadan sonra birçok kabile Kureyş'in baskısından kurtulup Medine ile ittifak yapmıştır. Hatta sadece o yıl Müslüman olanların sayısının iki katına çıktığından söz edilir.
Diğer yandan surede yakın gelecekte Allah'ın müminlere büyük bir zafer nasip edeceğine vurgu yapılmakta (Fetih 48/3, 18-21) ve bu yönüyle de anlaşmanın müminlerin önünü açan özelliğine dikkat çekilmektedir. Surenin girişinde yer alan 'Biz sana büyük bir fetih ve zafer yolunu açtık' (Fetih 48/1) ayeti de, yine bu bağlamda bir mesajdır. Nitekim seferin hemen akabinde Hayber'in fethine çıkılmış, muazzam başarı elde edilmiş, müteakiben müşriklerin anlaşma kuralını ihlal etmeleri üzerine Mekke'nin fethine giden yol açılmış ve şehrin fethi gerçekleşmiştir. Dolayısıyla surenin muhtevasında böyle bir mesaj da söz konusudur.
Surede Resulüllah'a itiraz eden müminlerin tavrı üstü kapalı bir şekilde eleştirilirken, yapılan anlaşma kayıp değil, kazanç olarak görülmüş ve onurları korunarak başı dik bir şekilde Mekke'ye gireceklerine de işaret edilerek bir yandan da iç dünyalarına seslenilmiştir. Ayrıca herhangi bir maddi beklenti olmaksızın sefere katılmaları nedeniyle samimiyetleri övülmüş ve yakın gelecekte çok daha büyük kazanımlar elde edileceklerine vurgu yapılmıştır. Deyim yerindeyse surede, 'Sizin şer gördüğünüzde hayır, hayır olarak gördüğünüzde de şer olabilir' (Bakara 2/216) ilahi ilkesine işaret edilmiş ve anlaşmayı kayıp görenlerin yanıldığına dikkat çekilmiştir. Bir yandan da bütün gelişmelerin Allah'ın bilgisi ve kontrolünde olduğu mesajı verilmiştir.
Medine'ye dönüşünde Resulüllah yeni bir sefer için ordu hazırlamaya karar verince, daha önce herhangi bir maddi getirisi olmadığı için çağrıya kulak vermeyen samimiyetsizler, bu sefer 'zafer' mesajının etkisiyle soluğu Resulüllah'ın yanında almış ve orduya katılmak istemişlerdir. Hatta Hudeybiye seferine katılmamaları nedeniyle pişmanlıklarını dile getirip af dilemişlerdir (Fetih 48/15). Kur'an onların samimiyetsiz tutumuna işaret ederek çifte standartlı tavırlarını yüzlerine vurmuş ve maddi beklentiyle hareket etmelerini kınamıştır. Bununla beraber pişmanlık kapısını da açık bırakmıştır.
Görüldüğü üzere surenin nazil olduğu konjonktürün savaş şartlarıyla alakası yoktur. Aksine surede maddi beklentiyle hareket edenlerin tutumu yerilmiş, buna mukabil samimi bir şekilde Allah rızasını gaye edinenlerin kazanacağına dair mesajlar verilmiştir. Böylece maddi veya bireysel başarı ya da beklenti değil, aksine sure 'Allah rızasının' önemine vurgu yapmış ve atılacak adımlarda bunu ön koşul olarak belirlemiştir. Dolayısıyla surenin mesajı göz önüne alınırsa burada maddi beklenti veya bireysel hedeflere erişmek için okunması gereken bir muhtevadan bahsedilmemektedir. Bununla beraber dua ve destek bağlamında okunmasında herhangi bir beis olmadığını da hatırlatalım. Ancak sadece surenin isminden hareketle tamamen bireysel amaç veya hedefler için okunması gerektiğine dair anlayışın temelsiz olduğunu belirtmek durumundayım. Şayet okunacaksa bu bağlamda farklı dua ayetleri de okunabilir. Ancak kul önce üzerine düşeni yerine getirmeli ve maddi ya da bireysel başarıyı değil, sadece Allah rızasını gözetmeli.