İzmir’de Son aylarda yaşanan kira artışları, hem yerel halk hem de şehre yeni taşınanlar için ciddi bir sorun haline gelmiş durumda. Özellikle merkezi semtlerde oturmak isteyen birçok kişi, fahiş kira bedelleriyle karşılaştığını dile getiriyor. Uzmanlar, arz talep dengesizliği ile ekonomik dalgalanmaların bu sorunu tetiklediğini öne sürerken, kalabalık semtlerde ve üniversite bölgelerinde yaşanan konut sıkıntısı iyiden iyiye hissedilir hale geliyor. Yeni konut projeleri, çarpık kentleşmenin önüne geçmek ve kiraları makul seviyede tutmak adına belediyeler tarafından planlanıyor; ancak mevcut stok yetersiz kalıyor. Öte yandan, ev sahibi ile kiracı arasında yaşanan uyuşmazlıklar yalnızca kira fiyatlarıyla sınırlı değil. Depozito iadesinden tahliye davalarına, evdeki hasarların kimin sorumluluğunda olduğundan keyfi kira artışlarına kadar pek çok konuda anlaşmazlık yaşanıyor. Bu durum, hem kiracıların hem de ev sahiplerinin yasal haklarını iyi bilmesini zorunlu kılıyor. Aksi halde taraflar mahkeme kapılarında uzun ve yıpratıcı süreçler geçirmek zorunda kalabiliyor.
Son dönemde özellikle dijital platformlar üzerinden yayımlanan kiralık daire ilanları, kentteki değişimin çarpıcı bir göstergesi haline gelmiş durumda. Ortalama bir ailenin oturacağı üç odalı bir evin bile neredeyse asgari ücretin birkaç katı fiyatla listeye girmesi, vatandaşları ciddi ekonomik zorluklarla karşı karşıya bırakıyor. Pek çok kişi, şehir merkezinden uzaklaşıp, ulaşım giderlerini göze alarak daha uygun kiralı evler aramaya yöneliyor. Fakat toplu ulaşımın her bölgede yeterince gelişmiş olmaması, insanların işyerlerine veya eğitim kurumlarına erişimini güçleştirdiği için bu da tam bir çözüm sunmuyor. İlçeden ilçeye, mahalleden mahalleye uzanan bu kira bedeli uçurumu, İzmir’deki sosyal ve ekonomik dengesizliği de gözler önüne seriyor. Bazı semtlerde yıllardır oturan kiracılar, eski sözleşmelerle nispeten daha uygun rakamlara yaşayabiliyor olsa da kontrat yenileme dönemlerinde bile beklenmeyen artış talepleriyle karşılaşıyorlar. Bu nedenle yıllardır tanıdıkları mahallelerinden taşınmak zorunda kalan aileler artış göstermiş durumda.
Ev sahipleri cephesinde ise farklı dinamikler söz konusu. Birçoğu, konutun bakım, onarım ve aidat gibi giderlerini gerekçe göstererek kira bedellerini yeniden düzenlemeye çalışıyor. Bazıları, maddi açıdan sıkıntıya girdiğini belirterek kirayı artan enflasyona endeksli şekilde belirlemenin gerekli olduğunu savunuyor. Bazı mal sahipleri ise özellikle yabancı uyruklu kiracıların talebini fırsata çevirmeye çalışarak döviz cinsinden kontratlar talep edebiliyor. Ancak mevzuattaki düzenlemeler, döviz bazlı kira sözleşmelerini sıkı kurallara tabi tutuyor. Yapılan kanun değişiklikleriyle, Türk Lirası dışındaki para birimleri üzerinden kira almak büyük oranda sınırlandırılmış olsa da piyasada hâlâ bu tür uygulamalara rastlanabiliyor. Nitekim, hukukçular Türkiye’deki gayrimenkul mevzuatına tam hâkim olmayan yabancıların zaman zaman hatalı kontratlar imzaladığını söylüyor. Böylece taraflar, farkına varmadan hukuken geçersiz belgelere imza atmış oluyor ve sonrasında uzun süren anlaşmazlıklar baş gösterebiliyor.
Özellikle öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği Bornova, Buca, Karşıyaka gibi semtlerde ev bulmak artık eskisi kadar kolay değil. Üniversite kayıt dönemlerinde yaşanan yoğunluk, fiyatları normalin de üstüne çıkarıyor. Yüz yüze eğitime dönüşle birlikte artan öğrenci nüfusu, eski ev sahiplerinin bile evlerini yeniden kiraya vermeye sıcak bakmasına yol açıyor. Ancak öğrenciler, ekonomik durumları göz önünde bulundurulduğunda, fahiş fiyatlı evlere yönelmekte güçlük çekiyor. Yurt kapasitelerinin de birçok üniversite öğrencisi için yeterli olmaması, binlerce gencin daha uygun maliyetli ev arayışına itilmesine sebep oluyor. Bu süreçte, ev sahibi-öğrenci gerilimi artabiliyor. Mülk sahipleri, kiracıların henüz düzenli gelire sahip olmamasını riskli görerek yüksek depozito bedelleri veya kefil istiyor. Kiracılar ise bu şartların bazen imkânsız boyutlara ulaştığından ve haksız taleplere dönüştüğünden şikâyet ediyor.
Kiralık konut piyasasını hareketlendiren bir diğer unsur da pandemi sonrası dönemde artan uzaktan çalışma modeli. Bazı sektörlerde işverenlerin ofise dönüş ısrarından bunalan çalışanlar, daha sakin semtlere veya kırsal bölgelerdeki evlere yönelmeye başladı. Bu yeni eğilim, kırsal mahallelerdeki kira fiyatlarını bile yükseltti. Dolayısıyla kent merkezinde yaşanan dalgalanma, artık çevre ilçelerde de kendisini hissettiriyor. Yıllardır sakin ve düşük kiralı bölgelerde oturan halk, beklemedikleri bir fiyat artışıyla karşılaşabiliyor. Bu da şehirdeki konut piyasasının yalnızca belli semtlerle sınırlı olmadığını, genelde her bölgede bir kıpırdanma olduğunu kanıtlıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının, kiracı haklarının güçlendirilmesi ve haksız tahliye girişimlerinin önüne geçilmesi amacıyla bir dizi proje üzerinde çalıştığı biliniyor. Gerek belediye bünyesinde gerek valilikte oluşturulan komisyonlar, vatandaşların şikâyetlerini dinleyerek çözüme kavuşturmayı hedefliyor. Özellikle de dar gelirli ailelerin, kırsal bölgelerden göçenlerin veya emekli maaşıyla geçinen yaşlıların desteklenmesi gerektiği belirtiliyor. Kamu kurumları, düşük gelirli vatandaşların belli noktalarda yaşamlarını sürdürmesi için sosyal konut projelerini hızlandırmak istiyor. Ancak kentin hızlı nüfus artışı ve ekonomik koşullar, talebin bir anda karşılanmasını imkânsız hale getiriyor. Yine de sosyal konut projelerinin orta ve uzun vadede önemli bir rahatlama sağlayacağı öngörülüyor.
Yeni kontratların imzalanması sürecinde, önceden belirlenmiş oranların çok üstünde kira artışı yapan ev sahipleriyle ilgili yasal yaptırımlar da tartışma konusu oluyor. Bazı mülk sahipleri, yasal sınır olan TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) oranına uymayarak çok daha yüksek artış talep ediyor. Kiracılar, böylesi bir durumla karşılaştıklarında hangi adımları atacaklarını bilmeyebiliyor. Çoğu kez yazılı kontrat yapılmadığı veya standart sözleşmelerin detayları incelemeden imzalandığı görülebiliyor. Bu da hem kiracı hem de ev sahibi açısından riskli bir tablo oluşturuyor. Bilinçli kiracılar, noter onaylı ve açık hükümlerin yer aldığı sözleşmelerle kendilerini güvence altına alırken; bazı vatandaşlar ise “Nasıl olsa anlaşırız” mantığıyla hareket edip mağdur olabiliyor. Nitekim uzmanlara göre, kiracıların ve ev sahiplerinin yasal hakları konusunda yeterince bilgi sahibi olmaması, sorunun en büyük kaynaklarından birini oluşturuyor.
Konuyla ilgili bir yerel gazetenin web sitesine görüş bildiren ve İzmir kira avukatı olarak hizmet veren Av. Perihan İlke Demir, İzmir’de kira sözleşmelerinde sıkça karşılaşılan sorunlara değinerek, “Ev sahibiyle kiracı arasındaki anlaşmazlıkların birçoğu, tarafların yasal düzenlemeleri ve birbirlerinin haklarını tam olarak bilmemesinden kaynaklanıyor. Kira bedeline uygulanacak artış oranı, depozitonun kullanım şekli ve tahliye şartları gibi hususlar, kontratta açıkça yer almadığında ciddi uyuşmazlıklar doğabiliyor. Bu nedenle yeni sözleşme yaparken mutlaka profesyonel danışmanlık alınmalı ve yazılı belgelere dayalı hareket edilmelidir,” ifadelerini kullandı.
Kira uyuşmazlıklarının en çok uzayan konuları arasında depozito iadesi ve tahliye davaları bulunuyor. Depozito, kiracının eve zarar vermesini engellemek ya da olası zararları karşılamak amacıyla alınıyor; ancak çoğu zaman evin boşaltılmasının ardından ne kadarının iade edileceği veya hangi kusurların kapsama girdiği konularında çatışmalar yaşanıyor. Bazı ev sahipleri, ufak tefek yıpranmaları bile büyük masraf kalemleri gibi göstererek depozitoyu geri vermek istemiyor. Öte yandan, kiracılar da kimi zaman gerçekten oluşan zararları kabul etmek yerine depozitoyu talep edip hukuki süreç başlatıyor. Tahliye davaları ise, genellikle kiracının sözleşme bitiminde çıkmak istememesi veya kirayı uzun süre ödememesi gibi durumlarda gündeme geliyor. Mahkemeye taşınan bu davalar, hem zaman hem de maddi açıdan yıpratıcı olabiliyor. Bu noktada, tarafların iletişimi ve arabuluculuk girişimleri büyük önem taşıyor.
Uzmanlar, tüm bu sorunların çözümünde şeffaf ve hakkaniyetli iletişimin temel faktör olduğunun altını çiziyor. Hem ev sahibinin hem de kiracının makul ve dürüst yaklaşımlarla hareket etmesi, çoğu davanın mahkemeye yansımasını önleyebiliyor. Yine de hukuki altyapının gerekliliği, tarafların net sözleşmeler yapmasını zorunlu kılıyor. Böylece gerek depozitonun geri alınmasında gerek tahliye sürecinde hukuki koruma sağlanabiliyor. İzmir’deki emlak piyasasında yaşanan bu dalgalanmanın kısa vadede durulması beklenmiyor; ancak orta ve uzun vadede sosyal konut projeleri, belediye destekli kiralık konut çalışmaları ve kapsamlı kanuni düzenlemelerin devreye girmesiyle bir nebze de olsa rahatlama yaşanacağı düşünülüyor. Kentin büyüyen ve çeşitlenen demografik yapısı, kira krizinin yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal politikalarla da doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla, kent yöneticileri ve ilgili kurumlar, bu sorunun bir yansıması olan göç, işsizlik ve eğitim gibi konuları da kapsayan çok boyutlu çözümlere odaklanmak zorunda kalıyor. Kiracılar ve ev sahipleri arasındaki diyalog, hukuki bilgi birikimi ve kamusal destek mekanizmaları birlikte etkin kullanıldığında, daha dengeli bir konut piyasasının oluşması mümkün hale gelebilecek.