n
n n Biraz dedikodu yapalım hanımlar. Nedir şu beylerden çektiğimiz? Çocuk kalmaları için anneleri ellerinden geleni yapmış. Hem hiçbir şey beceremiyorlar, hem de sürekli bir mızmızlanma hali içindeler. Durum buyken, yumurta bile kıramazken yani, gurmeymişçesine yaptığınız yemeklere kulp takmaları yok mu? Şaşırıyorum, başka bir diyeceğim yok. Başka başka kültürlerle sadece kendi ülkesinde karşılaşan biri olarak, kendi ülkelerinde diğer bayların ne durumda olduğunu merak ediyorum. Onun için de gören bilir düsturuyla; yurtdışında yaşayan, oraya gidip gelenlere ilk değil; ama ikinci sorduğum soru: “Oradaki erkekler de Türk erkekleri kadar beceriksiz ve sömürgen mi?”
n n Oooo, sanırım boyumdan büyük laflar ediyorum, baylar bana çok kızacak. Beni taşlayacaklar da olacaktır içlerinden. Ama ne yazık ki aldığım yanıtlar beni doğruluyor. Hele de uygarlığın beşiği diye adlandırılan ülkelerde yaşamış ya da oraları görmüş insanların söyledikleri, oradaki medeniyetin kökeninin kadınların da hayatın içine katılmasına dayandığını gösteriyor. Malum aliniz, kadınlar Tanrı’nın doğurganlık bahşettiği bir canlı türü. Sadece çocuk doğurmuyoruz, nesillerin yaratılması tamamen bizim elimizde. Siz böyle bir kitleyi, sürekli ağır işlerin altına sokar, ezerseniz, sonuç ne olur? Sonuç, sınavlarda sıfır çeken, Türkçe sorularını bile yapamayan öğrenciler…Madde bağımlısı çocuklar... Hele de aile maddi bir sıkıntının içindeyse… Kadın bir de çalışmak zorundaysa… Eve geliyor, yemek, bulaşık, ütü, temizlik. Sabah oluyor bir de işe gidecek, kısır döngü baştan başlıyor. Yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, temizlik… Biz kadınlar, ev işlerinin sonunun olmadığını gayet iyi biliriz. Peki siz bu akış içinde bir kadının çocuklarına ne kadar zaman ayırabildiğini biliyor musunuz? Ya da bu yorgunlukla çocuğunun sorunlarını nasıl gözden kaçırmayacağını ve anında müdahale edebileceğini? Zaten çalışan kadınların çoğu evlerini de kafalarında işe götürürler. “Bugün ne pişirsem?”, “Ben en iyisi kapıları çarşamba günü, halıları cumartesi günü sileyim.” Baylar, bunun ne büyük bir işkence olduğunu tahmin edemez. Eşini ve çocuklarını ne kadar severse sevsin, bir süre sonra ceza gibi gelmeye başlar, bu kadar yük bir kadına. Bunca işi cambaz misali yetiştirmeye çalışırken haliyle ne çocuklarıyla ilgilenebilir, ne de kendini geliştirebilecek faaliyetlerin içine girebilir. Dört duvar arasında ulaşabileceği tek etkinlik televizyonun düğmesi olur. Üstelik oradaki parlak hayatları izleyerek uyuşur, sahip olamadığı rahatlığı sanal olarak da olsa bir süreliğine yaşar. Zaten bu dizilerin senaryoları da insanların boşluklarını yakalayarak yazıldığı için, hedef kitlede ev kadınları olunca; biraz lüks, biraz rahatlık göstermeleri izlenme oranlarını artırmak için yeter.
n n Eğitimin ailede başladığını düşünürsek kendini böyle hırpalayan bir kadının verdiği eğitimden ne bekleyebileceğimizi sorgulamamız gerekir. Özellikle anadilinin temellerinin evde atıldığını hesaba katarsak, durum vahametini gözlerimizin önüne iyice serer. Dünyayı algılamakta ilk adım olan anadilini çocuklar; ev işlerinin içinde boğulan, arada nefes almak için pembe diziler ve evlilik programları izleyen annelerinden hangi seviyede öğrenecekler?
n n Bir diğer toplumsal boyutu da, rutin ve ağır işlerin altında ezilmiş koca bir kitlenin, bir ülkenin nabzında nasıl atacağı. Medeniyet alanının dışına ev işleri gerekçesiyle itilmiş kadınların nüfusun yarısından fazlasını oluşturduğu bir ülkede, hangi gelişmişlikten söz edeceğiz? Kadının olmadığı yerde estetik olmaz. Kadının olmadığı yerde pratik çözümler olmaz. Kadın ve erkek zekası birbirini tamamlar. Kadın anadır, doğurur, yetiştirir, doyurur, bir neslin dilini bir sonraki nesle aktarır. Toplumun sert bakışını yumuşatır, sevgiye ve insanlığa kucak açar. Onun mutlu ve nitelikli olması, toplumun mutlu ve nitelikli olması demek olduğuna göre, zannımca bayların oturup bu konuyu yeniden düşünmesi gerekir.
n n
n n
n n ULTREYA…
n n
n