Yazı yazmanın elbette bir raconu var. "Kısa ve öz yazmak en makbulüdür" derler.
Şimdi bana " Uzun yazıyorsun Gül Hanım senin yazını sığdıracak punto bulamıyoruz böyle giderse maaşını keseceğiz !" diyorlar.
Yazı yazmanın içinde elbette beğenilme ve onore olma duygusu var.
Ama yazmanın ana teması, ruhu ve beyindeki birikimleri kağıda dökmektir.
Öfkelenirsin, sevinirsin, seversin, mutsuz olursun, haksızlığa uğrarsın... Yazarsın.
Nefret edersin, kalemin çıkar geliverir yanı başına.
Ağlarsın kalemin göz kırpar sana.
Ezileni, görürsün yazarsın. Ezeni, görür gene yazarsın. Sömürüye baş kaldırmaktır yazmak.
Kavgayı görürsün. Öfkelenirsin... Kavga edemediğin için kalemin dile gelir.
Kısaca bedenin dile getiremediklerini ruhun dile getirir.
Ruhun dile gelmesidir yazmak.
Karşı durmak , baş kaldırmak düzene çomak sokmaktır. Bazen de yazmak.
Hepimiz şair ya da yazar değiliz. Ancak duygularımız var. Bizi besleyen.
Duyguları bastırmak ve kontrol altına almak çok zordur.
Beynin hayatta kalabilmesi ve yaşayabilmesi için nöronların doğru beslenmesi gerekir.
Gördüğünüz üzere" yazmak " kelimesinin açılımından daha neler, neler yazılabilir.
Boşuna dememiş üstat Sait Faik " Yazmazsam çıldıracaktım..." diye.
Kısa keseyim bari bugün.
Zira maaşımla soğan, patlıcan biber fiyatlarına dahi zor yetişiyorum.
Bugün sözüm ve öfkem, kendini bilmez araç kullanıcılarına.
Atatürk Bulvarında ışık hızından dahi hızlı giden araç kullanıcıları.
Benim ve hepimizin hayatını tehdit ediyorlar. Yazmazsam ben de deli olacağım. Sanki grand prix de yarış tutuyorlar.
Formula 1 yarışları Atakum' a taşındı da benim mi haberim yok ?
Sözüm Samsun Bölge Trafik Müdürlüğüne.
Nerdeyse uçan kuşa dahi trafik cezası yazan trafik polisleri biraz da bu araçlara ceza kessinler. Aslında ceza kesmek de çözüm değil. Eğitim şart.
HER ŞEYİ ÖĞRENDİK DE ÇOK BASİT BİR SANATI UNUTTUK
İNSAN GİBİ YAŞAMAYI...