Telefondaki konuşması ve ses tonlamasından yardımcısı olduğunu anladığım kadın aynı anda ona seslendi.

"Hoca hanım seni telefona çağırıyor talebenmiş gel! " diyerek.

Uzunca bir bekleyişten sonra tanıdık o sesler geldi kulağıma.

"Tak… Tak... Tak... Bunlar bir baston sesi idi. Ağır aksak baston sesleri.

- Kimsiniz evladım?

- Hocam ben Gül Durulan. Samsun 19 Mayıs Lisesi Orta kısmı 1-A'dan.

Bilenler bilir Samsun 19 Mayıs Lisesi o yıl ortaokuluna ilk kez kız öğrencileri almıştı.

Biz de orta kısımdan başlayan ilk kız öğrenciler olduk o yıllarda.

Zayıf sesi birden güçlendi hocamın. Sonra uzunca sohbet ettik.

Ertesi günü evine gittiğimde içim burkuldu.

Hocam yürüyemiyor ve gözleri az görüyordu. Çok eski şeyleri konuştuk.

Eski öğretmenler, eski öğrenciler ve de eski eğitim, saygı ve sevgiden uzunca söz ettik.

Kandilli kız lisesi, Çapa Öğretmen okulu.

Sonrasında ver elini Amerika İngiltere serüvenleri ve Türkiye'ye dönüş. Ardından Samsun'a gelişi.

Uzunca anlattı ben dinledim. Hocamın sırtındaki heybe epeyce ağırdı.

Ancak ağır, aksak da olsa yola devam edip ayakta kalma mücadelesi veriyordu.

Neredeyse 90 yıl yaşamıştı. Yanı başında duran tahta sandığına hayatını ve anılarını doldurmuştu. Hafifçe sandığını aralayarak ben de içeriye süzülüp o günlere gittim.

Samiye Anakök Samsun 19 Mayıs Lisesinin kale bayrağı gibi öğretmenlerinden biridir.

Ortaokulda başladığımız Gatenby İngilizce kitapları.

(Mr.Brown and Mrs. Brown at the seaside)

İşte beni çileden çıkaran İngilizce kitaplarımız. Ezberle dur işin yoksa.

Ne zaman ki Samiye hoca bize derse gelmeye başladı. Ben İngilizceyi yuttum.

- Gül hatırlıyor musun sana hep 10 verirdim.

- Hocam verirdiniz de, ama ben de alırdım yani.

Dediğimde gülüştük. Gözlerinde iki damla yaş vardı.

Sonrasında azıcık beni, bana övdüğünde utandım. Ne de olsa ben eskinin öğrencisiyim. Hafiften başımı öne eğdim elini öperek.

Bir şeyi iyi bilmek başka, öğretmek ve eğitebilmek çok farklı olaydır.

Bugün hala vasat da olsa İngilizce konuşabiliyorsam. Bunu hocama borçluyum. Bana İngilizceyi sevdiren yegane öğretmenim. Samiye Anakök

Bizi kalıplardan kurtarıp yabancı dili sevdiren hocam.

Hiç unutmam acı yeşil bir önlük giyerdi. Ciddi duruşlu az gülen bir öğretmendi.

Sınıfa siyah hafif topuklu botları ile girer. Sertçe yürürdü.

Bugünkü bastonunun sesi gibi topukları aynı sesi çıkarırdı.

Mazot dökülmüş sınıf tabanında.

Tak... Tak… Tak...

Hayattaki bazı değerleri maalesef onları yitirdiğimizde anlayabiliyoruz.

Oysa yitip gidenin ardından övgü ve name yazmak anlamsız bence.

Ben de elimden geldiğince hocalarımı arayıp hatırlarını sormaya, ellerini öpmeye çalışıyorum. Ne yazık ki hayatta kalanlar çok az artık.

Elbette öyle olmalı.

Zaman acımasızca geçip gidiyor. Neredeyse benim bile gitme zamanlarım ufukta göründü siluet halinde.

Birazdan temditleri oynama safhasına gireceğim. Torunlarım boyumu aşmak üzere.

Hayat dediğin nedir ki? Bir kirpik boyu kadar kısa.

Ama göz kadar derin ve anlamlı. Hayatta kalabilenler için ise çok da değerli .

Hocam söz verdi bana. Ayağa kalkıp biraz yürüyebildiğinde kızları Hande ve Gamze ile bana gelecek.

Ben yine onun elini öpeceğim. Masama onun için en güzel çiçekleri koyacağım.

Belki yine biraz İngilizce konuşup hala ne kadar iyi bir öğrenci olduğumu göstereceğim.

Sonrasında torunlarımın resimlerini gösterip onların da İngilizceyi ana dilleri gibi konuştuğunu anlatacağım hocama.

Böyle anıları yaşamak ve yazmak beni duygulandırıp çok uzaklara götürüyor.

Sanki o günlerin içine giriyor gibi oluyorum yeniden.

Dedim ya hayat, bir kirpik kadar kısa. Bir göz açıp kapama kadar anlık.

Bir baston sesi kadar acımasız. Tak… Tak...

Adam sen de... Hayat dediğin bazen de.

İki tak... Tak, bir tık... tıktan ibaret galiba...

HOCAMA VE HOCALARIMA SEVGİYLE SAYGIYLA...