Öyle afra- tafra
yapmaya gerek yok!..
Herkes, kimin
nereden nereye ve nasıl geldiğini biliyor...
Namusluyu da
namussuzu da
tanıyor...
Ve tabii ki
bütün bu olup bitenleri
Allah da görüyor...
O yüzden derim ki,
akıbete bakmak lazım!..
Bugünkü "Adam olmak başka"
adlı öykümü,
sevgiyi, saygıyı ve vefayı
unutmayanlara
ithaf ediyorum..
* * *
Sefer Bey,
daireden yorgun argın
eve dönmüş,
eşi Gülşen'in
sofrayı hazırlamasını
bekliyordu. O sırada kapının zili,
kulakları çınlatırcasına
çaldı. Sefer Bey,
yerinden fırlayarak
kapıya koştu. Oğlu Sıtkı
kan ter içinde
babasını iterek,
eşikten içeriye adım attı.
Sefer Bey,
liseden zorlukla
mezun olan
oğlu Sıtkı'nın
yaşantısını
ve dolayısıyla arkadaşlarını da
beğenmiyordu. Kaç kere
tembih etti ve tokatladıysa da
baş edememişti. Sıtkı, evin tek çocuğu olarak
şımarık büyümüştü.
"Yine ne yaptın?" diye seslendi Sefer Bey. Sıtkı,
lavaboda elini yüzünü yıkadıktan sonra
mutfakta yemek hazırlayan
annesinin yanına gitti. Babasının
birkaç defa tekrarladığı
sorusunu cevaplamadı. Sefer Bey, Sıtkı'nın bu tavrının
annesinden kaynaklandığını
biliyordu. Mutfaktan eşinin
sesi duyuldu: "Rahat bırak çocuğu"
Sefer Bey, Maliye'de şef olarak çalışan
ve sevilen bir insandı. Maaşı iyiydi. Evi de
babasından kalmıştı. Maddi bir sıkıntısı yoktu.
Sadece "Bu oğlan adam olmayacak"
diye endişesi vardı.
Sefer Bey, "Asker ocağı, ana kucağı
değil, belki orada düzelir" diye
onu askere gönderdi. Sıtkı, asker ocağında da rahat durmamıştı. Sürekli disiplin cezaları alıyordu.
Sefer Bey, yemin töreninden sonra onu
ziyarete gitmemişti. Bir gün
bölük komutanı onu telefonla
aradı ve ziyaret zorunlu hale geldi.
Uçakla önce Samsun'dan Ankara'ya,
ardından da Diyarbakır'a
geçti. Bir pazar sabahıydı. Diyarbakır'da hava günlük güneşlikti. Onu okuldan arkadaşı Okan Bey karşıladı. Okan Bey, bir büyük şirketin muhasebe müdürü olarak görev yapıyordu. Sarılıp kucaklaştılar. Otomobille
Jandarma Tugay Komutanlığı'nın kapısına geldiler. Sefer Bey, önce bölük komutanı ile
görüşerek, meseleyi anlamak istedi. Bölük Komutanı Serdar, o gün nöbetçi subayıydı. Telefon açtı. Komutan Jandarma Yüzbaşı Serdar, onu nizamiye kapısında karşıladı. Her ikisi yürürken
Okan Bey onları ziyaretçi bahçesinde bekledi. Komutan Yzb. Serdar,
Sefer Beyin iyi bir insan olduğunu bir bakışta anlamıştı. Onu üzmemek için
Sıtkı'nın yaptıklarının tamamını anlatmayacaktı. "Oğlunuzun kötü alışkanlıkları var Sefer Bey. Bu yüzden hapis bile yattı" dediğinde Sefer Bey, sendeledi. Bölük Komutanı Serdar,
Sıtkı'nın uyuşturucu satıcılarıyla işbirliği içinde olduğunu söylemedi. Sefer Beyin sendelediğini
görünce, "İyi ki de bunu söylemedim" diye düşündü.
Komutan Yzb. Serdar, Sıtkı'yı çağırttı, babasıyla buluşturdu.
Sefer Beyin yüzü, sıcağın da etkisiyle kıpkırmızı olmuştu. Sıtkı kurnazdı, ters bir şeyler olduğunu anlamıştı.
Babası hal hatır sordu. Sıtkı, "İşler iyi baba" dedi. Kantinde çalıştığını ve
rahat bir askerlik yaptığını söyledi. Sefer Bey, "Komutanınla görüştüm. Uyuşturucu kullanıyormuşsun"
deyince, Sıtkı, "Beni çekemeyen şerefsizler var. Kantindeyim ya çekemiyorlar"
dedi. Sefer Bey, oğluyla iki saate yakın dertleşti. Ayrılma vakti gelmişti. Oğluna para verdi ve
"Adam ol, beni ve anneni sakın mahcup etme" dedi.
Aylar geçti. Sıtkı terhis oldu. Diyarbakır'da çevre edinmişti. Terhisten sonra Samsun'a dönmedi. Annesi ve babasını aramadığı için onun Diyabakır'da ne iş yaptığı bilinmiyordu. Ancak, Sıtkı'nın çok kısa sürede zengin olduğunu başkalarından duymuşlardı. Sefer Bey, böyle büyük paraların alın teriyle kazanılmayacağını bilen biriydi. Oğlu Sıtkı, bir keresinde ona "sınır ticareti" yaptığını söylemişti. Sefer Bey, pek inanmamıştı ama bir şey de dememişti.
Aylar, yıllar geçti. Sefer Bey emekli oldu. Eşi Gülşen Hanımla mütevazı bir hayat sürüyordu. En büyük dertleri, oğulları Sıtkı'yı görememekti.
Günlerden bir gün sabahın erken saatlerinde kapının zili çaldı. Arayanları, soranları olmadığı için "Herhalde oğlum geldi" diye düşünen Sefer Bey, kapıyı açtı. Siyah takım elbiseli, karayağız iki delikanlı, "Sefer Bey siz misiniz? " diye sordu. "Benim" dedi Sefer Bey. O delikanlılardan biri, "Hanımefendiyle birlikte sizi Bodrum'a Sefer Beyin yanına götüreceğiz" dedi. Sesi duyan Gülşen Hanım, "Oğluma bir şey mi oldu?" diye yataktan fırladı." Oğlunuzun keyfi yerinde" sözüyle rahatladı. Sıtkı, anne ve babasını görmek istemişti. Gülşen Hanım, neredeyse sevinç çığlıkları atacaktı ama Sefer Bey, tedirgindi. Bavullar hazırlandı, siyah ciplere binildi. Samsun-Çarşamba Havaalanı'nda onları bekleyen özel bir uçak vardı. Sefer Bey, "Bu uçak kimin oğlum?" diye sorduğunda; o karayağız delikanlı lafa atıldı: "Sıtkı Beyin efendim"...
Uçakta hostesler, Sıtkı Beyin anne ve babasının etrafında dönüyordu. İkramlarda adeta kuş sütü eksikti. Sefer Beyin tedirginliği arttı. Kısa zamanda bu kadar servet nasıl yapılabilirdi? Uzun süren yolculuk boyunca, bunu düşündü. Dalaman Havaalanı'na indikten hemen sonra kapıda kendilerini bekleyen upuzun otomobile bindiler. Gülşen Hanım rüyada gibiydi. Ancak, gördükleri onu da kuşku içinde bırakmıştı. Oğlu böylesine bir zenginliğe nasıl kavuşmuştu?..
Otomobil, çam ormanlarının arasında süzülerek, deniz kıyısında şato gibi bir evin kapısında durdu. Özel güvenlik görevlilerinin önünde beklediği kapılar, otomatik olarak açıldı. Hizmetçiler valizleri eve taşıdı. Karı koca evin kapısından içeri girdiğinde, Sıtkı merdivenlerden iniyordu. Sıtkı, anne ve babasına onları çok özlediğini belirterek, sarıldı. Ellerinden öptü. Denizi adeta ayaklarının altına alan balkona çıktılar. Sıtkı, hizmetçilere "o özel çaydan yapın" diye seslendi.
Üçü de bir süre hiç konuşmadı. Sessizliği Sıtkı bozdu. "Bak baba, adam olamazsın" diyordun. "Gördün mü?" dedi. Ne cevap vermeliydi Sefer Bey? Bu defa susma sırası ondaydı. Sıtkı, alaycı bir biçimde o soruyu tekrarlayınca, Sefer Bey, "Oğlum ben sana zengin olamazsın demedim, adam olamazsın demiştim" cevabını verdi.
Sıtkı, bu cevap karşısında gerilmişti. "Ne yanlış yaptım ki" diye
çıkıştı. Sıtkı'yı hep koruyan Gülşen Hanım, o sırada patladı: "Daha ne olsun oğlum. Adamlarınla bizi ayağına kadar getirtmiş olman yetmez mi?"
Sıtkı, onca yanlışına rağmen annesinden böyle bir tepki almamıştı. O sırada, ana-baba ve oğul arasında geçen bu diyaloğa tanıklık eden Anıl da Sıtkı gibi zengin olmayı hayal eden karayağız bir delikanlıydı. Küçük yaşta anne babasını kaybetmiş hiç kimsesi yoktu. Anıl, yaşlı kadının oğluna söylediklerinden etkilenmişti. Neredeyse dünyayı titreten Sıtkı ağabeyi, o yaşlı kadının söyledikleri karşısında muma dönmüştü.
Bir hafta sonra Gülşen Hanım ve Sefer Bey dönecekti. Onları Anıl uğurladı. Sanki, anne ve babasını yolcu edermiş gibi büyük bir saygı ve sevgi içindeydi. İki yaşlı insan ona hayatının dersini vermişti. Anıl, bir daha Sıtkı'nın yanına dönmedi. Memleketi Sinop'a yerleşti. Yuva kurdu, çocukları oldu. Babasından kalan arazileri değerlendirerek, bir market açtı. Anıl'ın mutlu bir yuvası vardı. Anıl, Gülşen Hanım ile Sefer Beyi her hafta telefonla arar, 15 günde bir de Samsun'a ziyarete giderdi. Onun da artık bir anne ve babası vardı. Yaşlı karı kocanın da kocaman bir ailesi olmuştu.
Sefer Bey, bir sabah Anıl'ı telefonla aradı, kısık bir sesle "Duydun mu oğlum" dedi. Anıl, "Evet" diyebildi. Sıtkı, silah ve uyuşturucu kaçakçılığından tutuklanmıştı. Anıl, yutkundu. "Anneme duyurmayalım baba" dedi. Sefer Bey, önce telefonun ardından da televizyonun fişini çekti.
Akşam olmuştu. Anıl, eşi ve iki çocuğuyla eve geldi. Gülşen Hanım ve Sefer Bey, onları görünce çok mutlu oldu. Anıl ve eşi Sezen her ikisinin de elini öperek, "Allah sizden razı olsun" dedi. Anasız babasız büyüyen
Anıl, yaşlı kadının "Biz ne yaptık ki" sözlerini hiç cevaplandırmadı. Onun, o şato gibi evin balkonunda verdiği dersin sonucunda hayatının kurtulduğunu, sadece karısı Sezen anlamıştı. O yaşlı kadın olmasaydı, Sıtkı ile birlikte hapislerde çürüyecek ve böylesine bir mutluluğu hayatı boyunca yaşayamayacaktı.
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...