Nicedir gaz biriktiriyor Türkiye... Sorunlarını çözmek yerine halının altına süpürüyor...
Daha da kötüsü, çözüm önerenlere neredeyse "hain damgası" vuruluyor. Hal böyle olunca kimse fikrini söylemiyor.
Bunun yerine sağda solda homurdananlara, karnından konuşanlara, dudaklarını bükenlere, başını iki yana sallayanlara rastlanıyor.
Eskiden Levent Kırca çıkar, iki espri yapardı. Bedri Koraman bir karikatür çizer, millet gülümserdi. Zeki Alasya - Metin Akpınar ikilisi, rahmetli Özal'ı ve Demirel'i sahnede eleştirir, o dönemin liderleri de kendi taklitlerini yapan sanatçıları kahkahalar atarak izlerdi.
Ekonomi eskiden de bozuktu. Eğitimden sağlığa, adaletten belediyelere kadar pek çok sorun vardı. Ama toplumsal muhalefet, iyi kötü kendisini ifade ettiği için sosyal katmanlar arasında bu denli gaz birikmiyordu.
Gündeme şöyle bir göz atınca sıkıntılı tablo hemen görünüyor...
Misal, kadına karşı şiddet gözle görünür biçimde arttı. Öldürülen kadınların haberleri artık sıradanlaştı. Eğer geçen hafta gündemi sarsan Emine Bulut cinayeti, IŞID'vari biçimde hunharca işlenmeseydi gazetelerin üçüncü sayfasında bile yer bulamazdı.
Nitekim bu vahim olaydan birkaç gün sonra Bafra'da bir kadın ve kızı, aile içi şiddete kurban oldu. Ancak iki kadın öldürüldüğü halde Emine Bulut cinayeti kadar gündemi sarsmadı.
Geçtiğimiz yıllarda Özgecan Aslan cinayeti sonrası birkaç gün konuşulan kadın cinayetleri meselesinin üzerine giden pek olmadı. Ne yasalarda caydırıcı düzenlemeler yapıldı, ne toplumun eğitimi konusunda bir adım atıldı...
Dediğim gibi, sorunları çözmek için gerekenler yapılmıyor. Meseleler birikiyor, derinleşiyor...
Türkiye'de aile içi sorunların giderek arttığı malum. Neredeyse her ailede bir boşanma vakası bulunuyor. Ya da çocuk yaşta hamileliklerin hastanelerde, karakollarda gizlendiği haberlerine artık kimse kulak asmıyor.
Gençler arasında uyuşturucu kullanımının ne seviyelere geldiğini bilmeyen yok. İş çığırından çıkmış durumda. Gün geçmiyor ki aşırı dozda uyuşturucu nedeniyle gencecik bir evladımızı kaybetmeyelim...
Türk milletinin en büyük hasletlerinden olan güçlü aile yapısı çökmüş durumda... Bu konuyla ilgili "sosyologlardan, toplum sağlığı uzmanlarından, eğitimcilerden, psikologlardan destek alalım" diyen yok. "Yasaları gözden geçirelim, polisi - muhtarı eğitelim, öğretmenleri imamları bilinçlendirelim" diyen de yok... Onun yerine akla gelen çözüm, idam cezasını şöyle bir gündeme getirmek ve senede bir defa camilerde laf olsun diye hutbe okutmak oluyor... Ama gerçek manada çare arayana rastlayamıyoruz!
Artan toplumsal gerilimin başka işaretleri de var... Türkiye'de dövülen ya da öldürülen doktor haberleri 2000'lerden önce neredeyse hiç duyulmazdı. Hele okulda öğretmene, müdüre silah çekilmesi haberleri 12 Eylülden sonra unutulmuştu... Şimdi öyle mi? Doktora, öğretmene, hemşireye veya okul müdürüne şiddet haberleri o kadar sıradanlaştı ki medyada yer bulması için illa cinayet işlenmesi gerekiyor!
Halının altına süpürdükçe artan sorunlarımızı saymakla bitiremeyiz...
Türkiye'de futbol kulüplerinin neredeyse hepsi batakta... Arada bir devlete olan alacaklarını yapılandırma gibi geçici çareler üretiliyor ama gerçek manada meseleye kalıcı çözüm üretecek bir yasal düzenleme yapılmıyor. Borcunu erteleyen kulüpler yeniden hesapsızca transfer harcamalarına başlıyor. Alt yapıdan oyuncu yetiştirme teşvik edilmediği gibi emeklilik hazırlığındaki yabancı oyunculara milyonlarca dolar saçılıyor.
Benzer bir sorun da belediyelerde göze çarpıyor. Bütün şehir yasası ile dağ başındaki küçücük köylere hizmet götürmeye mecbur edilen ancak bütçeleri aynı oranda büyüyemeyen Büyükşehir Belediyelerinin tamamı ekonomik çöküntü içerisinde... Ayrıca tekrar aday olamayan belediye başkanlarının gider ayak yaptığı hesapsız harcamalara kimse çare aramıyor. Herhangi bir fizibiliteye dayanmayan saçma sapan yatırımlara, denetimden uzak belediye şirketlerine ilaç aramaya kalkan yok... Adeta tam takır olan belediye kasaları, birer dipsiz kuyuya döndüğü halde yasal düzenleme çabasına girilmiş değil...
Sorunları biriktirmenin bir sonucu da devlete ve sisteme karşı artan güvensizlik, ne yazık ki... Çalışanlar sendikasına güvenmiyor... İşsizler işçi bulmaya güvenmiyor... Mağdurlar adalete güvenmiyor... Öğrenci velileri eğitim sistemine güvenmiyor... Hastalar hastanelere güvenmiyor...
Bu güvensizlik dalga dalga toplumun içine yansıyor... Müteahhide, markete, ustaya, gazeteciye, velhasıl kimse kimseye güvenilmiyor...
Bu ortam, insani ilişkileri de zedeliyor tabii... Aile ve ahlak çökerse, kimsenin kimseye güveni kalmazsa, bir de bunların üstüne cepteki para ihtiyaçlara yetmezse haliyle yaşama sevinci düşüyor.
İnsanlar kendi adaletini kendi sağlamaya çalışıyor. Trafikte yol vermeyenle, apartmanda komşuyla, işte mesai arkadaşınla, evde eşinle kavga gürültü eksik olmuyor.
Geçen bir arkadaşım sordu, "kahveni nasıl istersin?" diye... "İnsanlı olsun" dedim, Edip Cansever'in şiirindeki gibi...
Biraz şaşkın baktı bana... Ben de Şairin dizelerini okudum arkadaşıma: "Bir hoş oldum ele güne karşı / Herkeslerden utandım. / Bir yanım insanlı kahve... / Dünyalar dolusuydu bir yanım."
Demem o ki, memleket sorun biriktiriyor... O sorunlar da yen içinde saklanınca kangren olan kol misali zehirliyor hayatı! Olan insanlığımıza oluyor...
Kahvemiz ister şekerli olsun ister sade... Kırk yıllık hatırı şöyle dursun, biz insanlısını özlüyoruz hayatın!