n
n n İnsanlığın bir ölçütü var mıdır, bilmiyorum. Ama ilk koşulu bir şekilde karşıdakine ulaşabilmektedir, diye düşünüyorum. Karşımızdaki hangi dili konuşuyorsa konuşsun onun ne söylediğini, ne söylemek istediğini kavrayabilmek… Aynaya baktığında karşında gördüğün kişiden ne kadar hoşnutsan o kadar kolaylaşıyor iletişim. Çünkü ancak o zaman açıveriyorsun tüm kapılarını. Zira içinin bütün odaları tertemiz, saklanacak kir, pasak yok. En olmayacak insanla bile anlaşabilirsin, derdini anlatabilirsin. Ve dahi onun derdini anlayabilirsin. Birbirinden öylesine uzak insanların anlaştığına şahitlik edersin de, bunun nasıl ve hangi yolla olduğuna şaşırıp kalırsın.
n n Henüz lise ikiye gidiyorum. Babam başka bir ilde yaşıyor, öyle çok sık da gelemiyor yanımıza. Zavallı annem, dört çocuk, ev işleri boğuşup duruyor. Doğanın koynunda tepişmeye alışmış bu kadar çocuk şehrin göbeğinde, küçücük bir eve sığışmaya çalışınca ev harabeye dönüveriyor bir süre sonra. Her yer dar geliyor bize. Tabir-i caizse duvarlara bile tırmanıyoruz. Haliyle evin badanası beyazdan önce griye, sonra da fümeye dönmeye başlıyor. Titiz kadın annem, evin duvarları, perdeleri kirli olmayacak. Eee, tabi maddi durumumuzda malum. En ucuza badana yaptırmanın yollarını arıyoruz. Bir ara kendimiz boyayalım dedik, annem “Kapılar, pencereler.” dedi vazgeçtik. Sorduk, soruşturduk en ucuza kim yapar diye. Nihayetinde biri bulundu. Bizi önceden uyardılar: “Anlaşabilirseniz.” “Neden anlaşamayacakmışız.” diye annem boyacıya “Tamam.” dedi. Boyacı abimiz geldi nihayetinde. Biz ona Tacettin (Gerçek adı kesinlikle bu değil.) diyelim. Annem kapıyı açtı, ilk sözü şu oldu: “Şeyi şeyapmaya geldik teyze, şeyleri şeyderseniz, şeyapmaya başlayabiliriz.”
n n Boya badana işi büyük bir hızla başladı. Açıkçası ben Tacettin abiden korkuyorum. Benden bir şey isteyecek diye mümkün mertebe görünmez olmaya çalışıyordum. Pek de haksız sayılmadığımı; alet olduğunu sandığım, ama ne olduğunu bir türlü anlamadığım bir nesneyi benden istediğinde gördüm. Tam mutfağın önünden geçiyordum, zombi gibi karşıma çıktı birden. Baş parmağıyla işaret parmağını birleştirerek: “Şey, bakar mısın bir?” Adımı hatırlayamıyordu, sözcük dağarcığının en gözde sözcüğünü “şey”le tanımlıyordu kimliğimi. Neyse, dedim içimden. “Buyur Tacettin abi, sanırım bir şeye ihtiyacın var.” diye dışıma taştı sesim. “Evet.” dedi. “Şeydeki şeyi şeyapıp da şeyetsene.” Öyle donakaldım. Arkamdan annem elinde bir kutu boyayla çıkageldi. “Al oğlum.” dedi. Kutuyu Tacettin abiye uzatıverdi.
n n Akşam yemeğinde anneme Tacettin ağabeyi nasıl anlayabildiğini sordum. Gülümsedi: “İnsanları gerçekten anlamak istiyorsan, ne söylediklerinden çok ne yaptıklarına bakmalısın.” dedi. Haklıydı annem, eğer Tacettin ağabeyin yanından geçerken şöyle bir göz ucuyla yere baksaydım kullandığı boyanın bitmiş olduğunu görebilir ve benden ne istediğini anlayabilirdim.
n