Rus Büyükelçi Karlov'a yapılan
kahpe saldırıyı, El-Nusra örgütünün
üstlendiği iddialarının
hem de Rusya'nın resmi haber ajansı
Sputnik tarafından
geçildiği gün,
bunun bir dezenformasyon olduğunu
yazmıştım...
Bunun üzerine
bazı insanlar,
sosyal medyada beni
FETÖ'ye karşı
vicdansızlık yapmakla
suçlamış, hatta
"Derin gücün adamı"
olmakla
itham etmişti...
Bazıları da "Ankara bile kabul etti, sen kabul etmiyorsun"
demişti...
Cevap verme gereği
bile duymadım...
Çünkü, gözleri kararmış
insanları
ikna etmek
zordur...
Ne oldu sonuçta...
El-Nusra'nın
suikastı üstlendiğine dair
mektup montaj çıktı, örgüt de
suikastı kendilerinin yapmadığını
açıkladı...
Rusya'nın resmi ajansı da
kendi haberini geri çekti...
Oysa o gün Rusya Devlet Başkanı
Putin, resmi haber ajanslarının
geçtiği habere rağmen,
"Suikastın arkasında kimin olduğunu söylemek için erken"
açıklaması yaparak, çarpıtmanın
önüne geçmek istemişti...
Cumhurbaşkanı Erdoğan da
ısrarla suikastın
arkasında
"FETÖ bağlantısı"
üzerinde durmuştu...
3 gün önce bu köşede, "Maşayı tutan el" başlıklı
yazımda, "Örgütlerin
isminin önemi yok,
maşayı tutan elin bulunması
gerektiğini" ifade etmiştim...
Mesele; FETÖ, PKK, YPG, DEAŞ ya da El-Nusra
değil;
bu suikastle kim ya da kimlerin
ne yarar sağlayacağının
çözülmesiydi...
Birtakım fanatik klavye şovalyelerinin
sosyal medyada yaratmaya
çalıştığı bilgi kirliliği,
bu gerçeğin üstünü
kapatabilir miydi?..
12 Eylül öncesinde gazetecilik yapmış
biri olarak
siyasetçi, gazeteci-yazar, işadamı, asker- polis
ve bilim adamlarına yönelik
hain suikastleri
gördük...
Bu cinayetlerin neredeyse tamamında
hedef saptırma vardı...
Nasılsa, sağ görüşlü biri öldürülmüşse
"solcu", solcu katledilmişse
"sağcı" yapmıştır önyargısı
toplumda hakimdi...
Mesela, gazeteci Abdi İpekçi'yi
suikastle öldüren Mehmet Ali Ağca, "ülkücü" olarak
tanınan biriydi. Sosyaldemokrat bir gazeteci olan
İpekçi ile rahmetli Türkeş'in arası
çok iyiydi. İpekçi, silah kaçakçılığı dosyasını
MHP Lideri Alparslan Türkeş'e
vermişti. İpekçi'nin öldürülmesinin
arka planında
uluslararası silah kaçakçıları
vardı. Türkeş, İpekçi'nin
uğradığı silahlı saldırı sonucu
öldürülmesinden büyük üzüntü duymuştu...
Ülkeyi 12 Eylül'e hazırlayan
karanlık odaklar,
"Madem bir solcu öldürüldü,
bir de sağcı
öldürülmeli" diye düşündü...
Hedefte, MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı
Gün Sazak vardı. Onu da
DHKP-C
adlı sol terör örgütüne
katlettirdiler. Sazak'ın
hedef seçilmesi
de asla siyasi değildi. İpekçi, öldürülmeden önce
onunla da silah kaçakçılığı dosyasını görüşmüştü. O da
gümrük kapılarını
"Yol geçen hanı"
olmaktan çıkarıp,
silah kaçakçılığını
önlemeye çalışmıştı...
Hırant Dink cinayeti de
Büyük Birlik Partisi'nin
üzerine yıkılmaya çalışılmıştı.
Kumpas Ergenekon ve Balyoz davalarının
hazırlık aşaması olan
bu cinayette; yıllar sonra
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı,
FETÖ izini bulmuş,
"örgütün ilk cinayeti"
tanımlamasını
yapmıştır...
Bir çarpıcı olayı
daha hatırlatayım da
belki bazılarının
aklı başına gelir...
12 Eylül öncesiydi. İstanbul'da öldürülen bir bilim adamının
cesedi, çöplüğe atılmıştı. Cesedin üzerine de bir not bırakılmıştı:
"Antiterör Birliği"...
Sözde terör karşıtı olan
bir örgüt, sanki gırgır geçer gibi
böyle bir not bırakmıştı...
Uzun lafın kısası,
demem o ki
örgütlerin isimlerinden çok,
böylesi kahpeliklerle
kim ya da kimlere
tetikçilik yaptığı
önemlidir...