Suyu yudum yudum, tadını hissederek içmek; ekmeğin mükemmel lezzetine varmak...İkisi bir arada, az şey mi?..
Ve sonra, bu nimetlere ulaşamayanlar ya da ulaştığı halde bu tadı
sağlık nedenleriyle hissedemeyenleri düşünüp, şükretmek...
Hem de binlerce kere...
Karşılığını da vermek gerek...Gizli verip, Allahın kabul etmesini dilemek...
Bir tek o görsün, yeter!..
Rencide etmeden, küçümsemeden...
Bu dayanışma en güzel benim ülkemde yaşanıyor. En iyi örneklerinden biri de benim şehrimde...
Yoksulları düşünüp, insan olmanın gereğini yerine getirenlerin elleri dert görmesin!..
Ramazan ayı geliyor...
Yoksulları düşünenlere ne mutlu!..
Bugünkü öykü mü?..
Ne demek istediğimizi anlayıp da anlamaz davranan sözde zenginlere...

* * *

Saltanatının sınırları, geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin ve gururunun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline geçirmek ve mülküne dahil etmek istiyordu. Sürekli daha, daha diyordu. Hiç kimse ondan bir gün olsun yeterli veya buna da şükür sözünü duymamıştı.
Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep dünden bir adım ileriye gidiyordu. Öyle bencildi ki, iyilik yaparken bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi.
İşte bu hükümdar, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış gezinirken, yanına başı önüne eğik, elinde dilenci kabı taşıyan bir adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasını engellediler. Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi bırakmalarını emretti.
Ne istiyorsun? diye büyüklenerek sordu hükümdar. Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o bu soruyu yine de sordu. Çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını istiyordu. Bu hep böyle olurdu. Fakirler, dilenciler bir şeyler ister, o onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar binbir teşekkürle ve minnetle yanından ayrılırken o var mı benim gibi cömert? dercesine sağına soluna bakınır ve etrafındaki yağcıların övgü dolu sözlerini kendinden geçerek dinlerdi.
Ama bu defa öyle olmadı!
Dilenci güldü ve başını kaldırıp hükümdarın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
Sultan hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi sanıyorlar?
Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını bilemedi hükümdar. İstese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya da onu zindanlarda çürütebilirdi. Ama, bu dilenci kendisine meydan okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağrına giderse gitsin, ona dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: Onu cömertliğiyle ezecekti.
Elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter.
çok basit,
dedi dilenci ve kabı uzattı:
Bu kabı bir şeyle doldurmanı istiyorum.
Bu kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar kahkahalarla güldü:
Bundan kolay ne var?
Yanındaki vezirlerden birisine dönüp emretti:
Bu adamın kabını parayla doldurun.
Vezir saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin kabına boşalttı. Normalde kabı doldurup taşırması gereken altınlar kaba dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin kabı biraz önceki gibi bomboş kaldı.
Hükümdar ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye başladılar. Hükümdar, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete uğradı. Dilencinin kabına boşalır boşalmaz, uçup gittiler. Bu kap sanki karadelik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına.
Ne kadar altın ve gümüş boşaltırsa boşaltsın, hükümdar dilencinin küçücük kabını dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, itibarı elden gitmek üzereydi. Ama o Bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam diye homurdanıyordu.
Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar, yakutlar... hazinesinde ne varsa dilencinin kabına boşaltıldı. Ama sonuç değişmiyordu: Dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor, insanlar hayret ve şaşkınlıkla hükümdarın hazinesinin avuç avuç kabın içinde eriyişini seyrediyordu.
En sonunda, hükümdar dilencinin ayaklarına kapandı ve mağlubiyetini ilan etti: Sen kazandın, ama gitmeden önce bana tek bir şey söyle. Bu kabın sırrı nedir? Hırsıyla, kibriyle ün salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle yalvarıyordu.
Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders vermek için gönderilen dilenci görünüşündeki bir melekti. Melek Bu kap dedi, insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz. Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun, ister köylü, kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları, dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz. Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz. Elinde kabı, dilenir durur.
* * *

Bugününüz, dünden daha iyi olsun. Mutlu ve huzurlu günler dileğiyle...