Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard, kült eseri Tüketim Toplumu'nda 'bolluk içindeki insanlar artık, tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil daha çok NESNELER tarafından kuşatılmış durumda' diyerek, özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısıyla beraber tüm dünyada görülen refah artışının insan yaşamına etkisine dikkat çekmek istiyordu.
Evet, insanoğlu Dünya üzerinde var olduğu günden beri en bol ve refah dönemini yaşıyor. Doğanın canını okumamız bir yana, teknolojinin de desteğiyle artık daha fazla üretiyor daha fazla tüketiyoruz. Sanayi Devriminin ilk yılları 'üretim' odaklı olmasına nazaran bugün hemen her şeyin 'tüketim' üzerine temellenmiş görünüyor. Küresel şirketlerden mahalle bakkalına kadar hemen her ticari yapı insanların ihtiyaçlarından fazlasını tüketmesini arzu etmekte ve tüketiciyi bu amaca yönlendirmektedir.
Kapitalizm denen canavar, üretimle geçen zamanın kendine yetmediğini, üretmekten daha önemli olanın tüketmek olduğunu fark ettiğinde 'boş zaman' kavramını ortaya çıkarmış, üretimle geçirilmeyen bu zamanın tüketime kanalize edilmesini sağlamıştır. Bugün çevremiz Baudrillard'ın da dikkat çektiği üzere nesnelerle, o nesnelere dair reklamlarla ya da bizi ihtiyacımızdan fazla tüketmeye yönlendiren açık/gizli mesajlarla dolu.
Artık marketlere aynı kapıdan girip çıkamıyoruz. Bir tek şişe su almak istediğimizde bile tüm marketi dolaşmamız isteniyor. Hatta bazılarında girişin hemen yanına konulan meyve-sebze reyonları rengarenk ve canlı görüntüsüyle açlık hissini uyandırmaya ve ihtiyacımız dışında da ürünler almamıza çalışıyor. Ürünlerin ambalajlarından üzerindeki yazılara kadar her şey tüketicinin ilgisini çekmek için yapılan titiz çalışmaların sonucunda karşımıza çıkıyor. Ürünler artık sadece işlevsel görevlerinin dışında da kendisine yüklenen imajlarla bu ekstra görevleri yerine getirmekle yükümlü. Kaliteli olmasının dışında, çoğu insan aldığı bir gömleğin, saatin ya da telefonun imajından faydalanıyor, tüketim tercihi ile çevresine kalite ve imaj mesajı göndermeye çalışıyor. Bu durum meta fetişizmi denen durumu ortaya çıkartmakta. Çoğu insan kullandığı eşyaların marka değerleri üzerinden kendisine değer ve anlam yükleyebilmekte. Kullanılan ürününü üzerinde görülen logo, belli bir zümreye, belli bir sosyal sınıfa ya da seçkinliğe aitmiş yanılgısı yaratılmaktadır. Böylece tüketici ürün satın alırken ihtiyacını gidermesi ve kaliteli olması dışında arzu ettiği imaja da sahip olmasını beklemektedir. Sinema ve tv dizilerindeki karakterlerin yarattığı imajlar kısa sürede toplumda yansımasını bulmakta, tıpkı o dizideki karakter gibi yürüyen, giyinen, konuşan tiplerle rahatlıkla karşılaşabilmektedir. Bir dizide bir oyuncunun kullandığı saatin belirgin bir vasfı olmasa bile binlerce liralık etiketlerle satış patlaması yaşamasına şahit olabilmekteyiz.
Tüketimimizi artık 'ihtiyaçlar' doğrultusunda yapmıyoruz. Gittikçe sıradanlaşan yaşamımızı aldığımız ürünlerin kattığı kısa süreli haz patlamaları ile renklendirmeye çalışıyoruz. Bu durum akıllara mitolojideki Sisifos (Sisyphus) hikayesini getirmektedir. Mitolojiye göre tanrılar tarafından cezalandırılan ilk insan olan Sisifos'un cezası iri bir kayayı dik bir dağa çıkarmaktır. Ancak Sisifos kayayı dağın tepesine kadar çıkaracak kaya her defasında kendi ağırlığı ile aşağıya yuvarlanacaktır hep. Bu yararsız ve umutsuz çabaydır aslında Sisifos'un cezası.
Günümüz insanı da ne yazık ki Guy Debord'un Gösteri Toplumu şeklinde isimlendirdiği yaşamında adeta kapitalizmin bir kuklası haline getirilmiştir. 'Ya üret ya da tüket! Ama hep daha fazla tüket' ilkesiyle satın aldığı ürünün kısa süren hazzının ardından yeni arayışlara, yeni satın almalara yönlendirilmektedir.
Sinemada veya tv ekranlarında yayınlanan bir çizgi filmin ardından oyuncaklarının, posterlerinin, battaniyelerinin ya da kalemlerinin piyasaya sürüldüğü, marketlerde, kitabevlerinde bile oyuncakların hemen girişe yerleştirilip dikkat çekmesi için çaba harcandığı bir ortamda ne yazık ki kapitalizm canavarı çocuklarımızdan başlayarak bizi avuçlarına almaya çalışmakta.
Bu çıkmazı aşmanın en kolay yolu belki de insan olarak özümüze dönmek. Kültürel genlerimizde var olan israfa engel tutumlu tavrımıza geri dönmemiz hem kısır döngüye hapsolmuş Sisifos gibi sürekli satın almanın doymak bilmez iştahını doyurmanın anlamsızlığından kurutulmamıza, hem ülke olarak gerilerde kaldığımız tasarruf kültürünü canlandırmamıza hem de yaşadığımız gezegene daha az zarar vermemize neden olacaktır.
Mail: [email protected]