Son günlerde sosyal medya aracılığıyla dünyaya yayılan ve ne yazık ki bazı ünlülerimizin de katkı vermesiyle ülkemize de sıçrayan garip bir akım var. Falling Stars olarak bilinen ve dilimize Kayan Yıldızlar olarak çevrilen bu akım Rus DJ Smash tarafından başlatıldı. Özel jetinden inerken bir anda kendini yere atan Smash, kurgulanmış ve anlam içermeyen bu halinin fotoğrafını sosyal medyadan paylaştı ve tanıdığı ünlülere meydan okudu. Bu paylaşım benzer hareketlerin de önünü açmış oldu. Ülkemizdeyse bu gibi işleri hakkıyla yerine getirmek isteyen eski bir şarkıcı, simitçinin önünde benzer bir poz vererek bu akıma ilk millî (!) katkımızı da yapmış oldu.
Kısa süre öncesinde karşılaştığımız hareket halindeki arabadan aşağı atlayıp hem yürüyüp hem dans etme akımının ardından yaşadığımız bu ve benzeri akımlar sosyal medyanın yaşantımıza kattığı garipliklerden. Tümünün temeli aynı arzuya, aynı eksikliğe işaret ediyor aslında. 'İlgi.'
Yaradılışı gereği sadece bedensel ihtiyaçların giderilmesiyle hayatını idame ettirebilen, mutlu olabilen bir canlı değil malum, insanoğlu. Bedensel ihtiyaçlar kadar manevi, duygusal ihtiyaçların da giderilmesi şart ve bu ihtiyaçların başında gelenlerinden biri de ilgi. Çevresinden, ailesinden, arkadaşlarından, öğretmeninden, karısından veya kocasından ilgi göremeyen insanlar bu ihtiyaçlarını giderebilmek amacıyla kolay kolay kimsenin cesaret edemeyeceği yollara sapıp, sıra dışı olmanın cazibesine kapılabiliyorlar kimi zaman. Bu durumu aklı selim değerlendirenler için gülünç hallere gark olurken, kendileri gibi düşünen çarpık zihniyetlerin gözünde ise birer kahraman olup çıkıyorlar. İnce ama içerik açısından bir hayli dolu kitabı Şeffaflık Toplumu'nda Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han, bu gibi hallerin giderek yaygınlaştığı teşhircilik toplumu için, 'Her özne kendi reklam nesnesidir. Her şey sergi değeriyle ölçülür. Teşhircilik toplumu pornografik bir toplumdur. Her şey dışa çevrilmiş, çıplaklaştırılmış, soyulmuş, orta yere serilmiş durumdadır...Kapitalist ekonomi her şeyi sergileme mecburiyetinde tabii kılar.' der ve tam da bugün yaşadıklarımızı ifade eder.
Tamamen iyi niyetlerle katkıda bulunduğumuz sosyal medya farkında olmasak, katkı sunmasak da giderek ilgi ihtiyacının giderilmesi için uğranılan, özel yaşantının ortaya saçıldığı genel bir kanalizasyon haline gelmeye başladı. Daha önce masumiyetini korumak için çabalanılan kişisellik şimdi ulu orta dökülür oldu. Yüklenen fotoğrafa, atılan bir tivite veya özel bir duruma dair gelen beğeniler, like'lar kişileri daha da heyecanlandırıyor. İçilerindeki ilgi ihtiyacını doyurmak şöyle dursun daha da iştahlandırıyor. Uyuşturucu kullananlarda görülen hazzın devamı için dozu artırma gayreti kimi zaman paylaşılmaması gereken özel yaşantının da takipçilerin beğenisine sunulması sonucunu doğuruyor kaçınılmaz olarak.
Peki bu kadar şeffaflaşmak ne denli doğru acaba? Takip ettiğimiz ya da takipçimiz olan yüzlerce yahut binlerce insan için bu paylaşımlarımız ne kadar gerekli? Henüz internetin 'i'sinin bile yaygınlaşmadığı zamanlarda bugünleri gören Çek filozof Vilem Flussner şu sözleri ile yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımıza esaslı bir projeksiyon tutmuş aslında; 'Duvar, çatı, pencere ve kapıda oluşan sağlam ev günümüzde zaten maddi ve gayri maddi kablolarla delik deşik edilmiş, çatlaklarından iletişim rüzgarının estiği bir harabeye dönüşmüştür.'
Bugün ne yazık ki ilgi görmek (namı- diğer like almak) geçer akçe haline gelmiş durumda. Alınan beğeni, edinilen abone sayısı sosyal statü belirtisi ve sosyal kabulün güncel vizesi artık. Değerleri değişen bir dünyada kendini geliştirmek, okumak, öğrenmek, uzmanlaşmak zor ve emek gerektiren gereksiz bir çaba olarak görülürken elde edilen beğeni ve takipçi sayısı kişinin arzuladığı ilgi tatminini yapay olarak giderebiliyor. Bunun sonucunda da kapı ve pencereleri soğuğa, sıcağa, dış etkilere karşı her geçen gün daha fazla korunaklı hale getirilen evler, parlak ekranlar, yüksek mega pikselli kameralarla teşhir edilir oldu. Eşle geçirilen romantik bir akşam yemeği, tatile dair özel anlar, işteki terfi, doğacak bebeğin ilk ultrason görüntüsü sosyal medyadan yayınlanılarak sıkı sıkı kapatılan pencerelere, sağlamca kilitlenen kapılara inat özel yaşantı hiç olmadığı kadar ortaya ortalık yere saçıldı. Ve en kötüsü de ne yazık ki hafızası oldukça kuvvetli ve kendi mecrasına düşen bir görüntüyü, veriyi kolay kolay imha etmeyen internet ortamında gerçekleştirildi bu.
Usta yazar ve gazeteci Tayfun Atay'ın tabiriyle artık 'Görünüyorum o halde varım!' diyen Meşhuriyet Çağının insanlarının çoğaldığı, gereğinden fazla şeffaflaşmanın mahremiyeti boğduğu bir dönemde, alınacak beğeni, kazanılacak takipçi sayısı uğruna insanların kendilerini yerlere atıp ortaya çıkan bu anlamsız hatta gülünç görüntüyü gururla ve mağrur bir edayla sunmaları ancak acınacak bir acziyet, şefkat gösterilmesi gereken bir ilgi noksanlığı olabilir.