Mirliva Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatmak üzere Samsun'a çıkışının üzerinden 100 yıl, "En büyük Eserim" dediği Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun üzerinden tam 96 yıl geçti. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 96. yıldönümünü kutluyorum.
Samsun'da 100. yıl kutlamaları ve etkinlikleri devam ediyor. Bu etkinlikler çerçevesinde ülkemizin çeşitli kentlerinde ve yurtdışında gösterime sunulan "İlkadım'dan Milli Kurtuluşa" ve "Milli Mücadele'nin 100. Yılında Kurtuluş Yolu" sergileri büyük bir beğeni topluyor.
Türkiye Cumhuriyeti de 100. yılına doğru adım adım ilerliyor.
Bu ilerleme sürerken, gerek içteki, gerekse dıştaki hain ve düşmanlar da bu ilerlemeyi durdurmak, bin küsur yıldan öte süren ve adına "Şark Meselesi" dedikleri, 'Türkleri geldikleri topraklara sürmek' ile ilgili faaliyetlerine devam ediyorlar.
Bu faaliyetlerin içeriğinde neler yok ki!
Sadece satırbaşları ile yazmaya kalksak, buradaki yerimize sığması mümkün değil.
Yine de önemli gördüğüm bir kaçını zaman zaman çok özet de olsa dile getirmeye çalışacağım.
Baştan söyleyeyim, bunları çok da önemsemiyorum.
Türk Milleti, Çanakkale'de, İstiklal Savaşı'nda dönemin bütün sömürgeci ülkelerine karşı, hem de o yoklukta ve dönemin en gelişmiş teknolojileriyle donatılmış ordularına karşı bu sınavı verdi.
Karşımızdaki ülkelerin gelişmiş silahları, büyük teknolojileri varmış, çok da önemli değil!
Türk Milleti, 100 yıl önceki gibi, yeter ki inansın, güvensin!
Siyasilerin, devlet yöneticilerinin öncelikle bu inancı ve güveni sağlamaları gerektiğine inanıyorum.
Sevr ile birlikte bu ülkenin orduları terhis edilmiş, silahları alınmış, tersanelerine girilmiş, başkenti ve büyük bir bölümü işgal edilmiş, parası yok, sanayisi yok, insanların güvenebileceği yöneticileri yok…
Yıllarca süren savaşlarda millet yorgun, bitkin, bezgin…
İşte böyle bir ortam da bu millet, 'Atatürk'e güvendi.
Bu güven ile öyle bir mücadele başladı ki yedi düvel dize geldi.
Ebedi Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, "Tekalif-i Milliye Emirleri"ni yayınladığında Türk Ordusu'nun lojistik, silah ve mühimmat anlamında hiçbir şeyi yok denecek kadar azdı.
Bu emirlerle, Türk Milleti, kendi yaşamı için gerekli, hatta hayati olan mal, malzeme, yiyecek, giyecek, silah, mühimmat, hayvan, araç-gerecin belirlenen oranların üstündeki kısmını bile devletine, ordusuna bağışladı.
Bütün bunlar yeterli oldu mu?
Tabi ki olmadı. Ancak milli birlik ve beraberlik gücü o kadar büyük bir ivme yarattı ki!
Başkomutan'ın 30 Ağustos'ta, "Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz'dir. İleri" emri ile ileri atılan Türk Ordusu'nun piyadeleri ile süvarileri 9 Eylül'de İzmir'e birlikte girdi.
Üstelik bu askerlerin yarısının ayağında çarığı, üzerinde asker urbası bile yoktu.
O günden bu güne insanlarımıza öyle algı operasyonları yapılmış, sömürgeci ülkelere öyle göbekten bağlanmışız ki adlarını bile duyunca ürperiyoruz.
Tam 40 yıldır terörle mücadele ediyoruz.
Güneydoğu'muzdaki sınırdaş olduğumuz ülkelerden giren teröristler, genç fidanlarımızı koparıp geldikleri ülkelere dönüyorlar. Yüreklerimizi dağlayan bu eylemlerle ilgili de o ülkelerden ve büyük ülke havasındaki sömürgeci ülkelerden bir ses çıkmıyor.
Yıllarca bu böyle devam edip gitti.
Devletimizin, ülkemizin bütün bölgelerindeki terörle mücadelesi hukuk çerçevesinde sürüyor.
Ordumuzun, Suriye sınırımızda güvenli bölge oluşturmak, bölgedeki PYD/PKK terör örgütü ile mücadele etmek, Suriyeli sığınmacıların güven içerisinde ülkelerine dönmelerini sağlamak amacıyla başlattığı Barış Pınarı Harekatı sonrasında kıyamet koptu, dost-düşman ortaya çıktı.
Arap Birliği, Filistin dahil hemen bizi kınadı.
ABD, AB bir taraftan kınarken, diğer taraftan da yaptırım uygulama tehditlerine başladı.
Avrupa Parlamentosu da bu haklı mücadelemizde bizi kınayanlar arasındaki yerini aldı.
İnsanın, "Bu teröristlerin ve terör örgütlerinin ne kadar da çok sahibi, destekçisi varmış" diyesi geliyor.
Bu arada, kardeş Azerbaycan'ın Başkenti Bakü'de toplanan Türk Keneşi'ne (Birliği) dahil Türk kökenli ülkeler, yayınladıkları ortak bildiri ile terörle mücadele için başlattığımız Barış Pınarı harekatına destek verdi.
Hun Türk'ü kökenli, Atilla'nın torunları, kardeş Macaristan ise Avrupa Birliği'nin alacağı kınama kararını imzalamayarak veto etmiş oldu.
Sırbistan, Katar, İspanya gibi ülkeler de destek veren mesajlar yayınladı.
Türk Milleti'nin, kardeş ülkeler ile terörle mücadelemize destek veren ülkelerle; yıllarca mücadelelerine destek verdiği Filistin, Arap ülkeleri ile binlerce tır silah ve mühimmatı terör unsurlarına taşıyan sözde stratejik ortaklarımızı da unutmayacağını ifade etmek istiyorum.
ABD'nin, terör örgütünü güvenli alanın dışına çıkarmak için 120 saatlik süre almasının ardından, Rusya da yapılan görüşmeler sonunda 150 saatlik süre aldı.
Bu arada, terör örgütü durmuyor, taciz ateşleri ile yine anaların yüreği yanıyor.
Rusya'nın aldığı süre devam ederken ABD, terör örgütünün liderini ülkesine davet etti ve üst düzeyde ağırladı.
Rusya'ya ve ABD'ye verilen süreler de doldu.
Uluslararası hukuka ve kurallara uygun olarak bütün girişimlerimizi ve görevlerimizi yerine getirdik.
Güvenli bölge olarak bütün dünyaya ilan ettiğimiz alan içerisinde, bir tek terörist ve terör unsuru bırakmamacasına görev, Türk Silahlı Kuvvetlerimize düşüyor.
Uluslararası anlamda bütün görevlerimizi yerine getirdiğimize göre, kimsenin de söyleyecek sözü olmasa gerek. Olanı da teröre destek veriyor şeklinde tüm dünyaya afişe etmeliyiz.
Daha önce de ifade ettiğim gibi birkaç çatlak ses dışında, Türk Milleti, Devleti'nin ve Ordusu'nun yanındadır.
Yeter ki milletimize güven veren politikalar geliştirilsin, bu politikalar uygulamaya da yansısın, dosta düşmana karşı dik başlı olmayan, ancak dik bir görüntü verilsin.
Sağlıkla kalın…