Durmak, bitmek bilmeyen savaşlar, isyanlar ve de dünya ticaretinin ve sanayi devriminin dışına düşüş sadece cephelerde çökertmez Osmanlıyı, cephe gerisinde de çökertir. Hazine adeta tamtakırdır. İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi Davit Urquart hatıralarında anlatır. İngiliz tefeciler 3.5 milyon borç teklif ederler Osmanlı'ya, teklifi bizzat elçi kendisi götürür. Osmanlı Maliye Nazırı Akif Efendi 'sıkıntı içinde dostunuz varsa ona 'borç al' mı dersiniz yoksa gayret ve fedakarlık yaparak söz konusu zorluktan kurtulmasını mı önerirsiniz? Ben Müslüman Türkiye'nin bakanı olarak sunduğunuz borcu kabul edemem. Bunu kabul etmem için benim Müslüman olmamam gerekir. Zira bizim dinimiz gelecek nesillere borç yoluyla ağır yük yüklemeyi yasaklar. Ayrıca ben bunu kabul edersem, benden sonra gelecekler beni lanetler. Zira biliyorum ki halefim olacak kişi bunu reddedecektir.'
Akif Efendi'nin öngörüsü ne yazık ki yanlış çıkacak ve Osmanlı 1854'de ilk dış istikrazını(dış borçlanma) yapacak ve bundan 27 yıl sonra da hazinesini Düyun-u Umumiye İdaresi'ne teslim edecektir.
Bir faciadır Osmanlı dış borcu. Birinci Dünya Harbine kadar geçen sürede aldığında fazla ödemiştir ama hala ödediğinden fazla borcu vardır. O borçların bir bölümü henüz doğmamış olan Cumhuriyet'in sırtına yüklenecek ve ancak 1954'de tasfiye edilecektir.
Duyun-u Umumiye siyasi bağımsızlığımızı kaybetmeden mali bağımsızlığımızı kaybetmenin tipik bir örneğidir. Ülkenin gelirleri, ipek öşrü, tuz, tütün, ağnam, damga vergileri ile İstanbul balıkçılarından alınan vergiler alacaklı yabancıların adına hareket eden ve onların temsilcilerinden oluşan bu heyete tevdi ve teslim edilmiştir. Tütün ve tuzun sadece vergisi değil, üretimi, işlenmesi, ticareti ve üzerindeki tekel de devredilmiştir.
Duyun-u Umumiye daha sonra 'kilometre garantisi' tahsil işini de üstlenecektir. 'Kilometre garantisi' 19. Yüzyıl Osmanlı ekonomisi üzerinde büyük bir yüktür. Hükümet demiryollarını yapan imtiyaz sahibi yabancı şirketlere 'senelik belli bir rakam yolcu ve yük geliri garanti eder. Eğer o rakama ulaşılamazsa aradaki farkı karşılar. Ulaşılırsa fazla miktar belli oranlarda bölüşülür. Bu sistem genelde hep hazine aleyhine sonuç vermiştir.
Duyun-u Umumiye, Osmanlı hazine gelirinin 1887'de %15'ini toplarken bu rakam 1997'de % 25'e, 1906'da % 31'e çıktı.
Devlet hazinesi Duyun-u Umumiye İdaresine teslimdir ama payitahtta lüks ve ihtişam, har vurup harman savurmalar da bitmez, tam tersine daha da artar, saray üstüne saray, köşk üstüne köşk yapılır. I. Mahmut zamanında 12.000 keseyi hiçbir şekilde aşmayan saray masrafları 1857'de 800.000 keseye ulaşmıştır.
'Tütünde tekel hakkı da verildi' demiştik, buna kısaca temas etmek gerekir. Tekelin sahibi kısa ve yaygın adıyla Reji İdaresi'dir.
Başımızın belasıdır Reji. Ekiminden toplanmasına, işlenmesinden pazarlanmasına kadar tam ve tek yetkilidir. 'Kolcu' denilen paralı kolluk güçleri jandarma yetkisine sahiptir. İstediğini vurur, öldürür, hesap sorulmaz, sorulamaz. 20 bin Türk köylüsünün kanı olduğu sanılır onların kirli ellerinde.
Hani şu *Gidelim, gidelim Halil'im Çökertme'ye varalım,/Kolcular gelirse Halil'im nerelere kaçalım./Teslim olmayalım Halil'im aman kurşun saçalım,' diyen türkü var ya işte o Türk köylüsünün çaresiz kaçakçılığının acı hikayesidir.
Toprak bizimdir, biz ekeriz, biz çapalarız, biz toplarız, ipe biz dizer, biz kuruturuz ama elimizden elin Fransız'ı alır, hem de kendi belirlediği fiyata, sonra da bize sigara diye satar on on beş misli farkla. Bizim Mehmetlere, bizim Üsmenlere kendi tütününe kaçakçı olmaktan başka çare kalmaz. Akçaabat'ın tütününü Erzurum'a düşürürse bizim uşaklar hem kendileri üç beş kuruş fazla kazanacak hem de Erzurum'un dadaşı üç beş kuruş tasarruf edecektir. Onun için kaçakçı kolları kurulur Trabzon'dan, Akçaabat'tan hem de üç yüz kişilik, dört yüz kişilik. Onun içindir ki Çökertmeli Halil ile arkadaşı İbram Çavuş kolcuları görünce nerelere kaçalım diye sorarlar, onun içindir ki teslim olmayalım kurşun saçalım derler.
Kısacası toprak bizimdir, eken biziz, içen biziz, ölen biziz, öldüren onlar, kazanan yine onlar… Kaybeden hep biz…