n

n
n Dağınığım, savruğum bugünlerde. Her şeyimi bir yerlerde unutup gidiyorum. İşe küçük çapta başladım aslında. Önce şemsiyemi unuttum, sonra şemsiyemi unuttuğumu unuttum. Yağmurlu bir gün, bana hatırlattı şemsiyemin yokluğunu. Dayanılmaz bir acı verdi burkuldu içim. Kazasız belasız atlattıktan sonra bu ıslak günü eve geldim, unutkanlığımı düşünmeye başladım. “Aynı şemsiyeye en fazla iki hafta sahiplik edebiliyorum. Neden, neden?” derken hatırladım birden. Çocukken en sevdiğim şey yağmurlu havalarda evden kaçıp ayakkabılarımı çıkarıp çimenlerin üzerinde şöyle bir gezinmekti. Baharın ve yazın yağmurlu günlerinde çimenli toprak ayaklarınızı öyle bir öper ki unutursunuz dertlerinizi. Ben işi biraz daha ileri götürür, üstüm başım kirlenecek diye düşünmez uzanıverirdim ıslak çimenlere. Ve hatta tatlı tatlı uyurdum, hem de annemin eve gidince edeceği sitemleri bile bile. Bu kadar keyif için o kadar zahmet çekilmez mi hiç? Acaba o eski yağmurlu günlerin intikamı mıydı bu kaybettiğim şemsiyeler.
n
n
n
n Bir iki gün önce, bir arkadaşımın evine gittim. Onunla geçen zaman değirmen taşının arasına sıkışmış bir buğday tanesinin aniden yok olması gibi kaybolup gidiyor, un ufak oluyordu. Bitsin istemiyordum, elimde olsa son “hoşça kal”ı dondurup sonsuza kadar saklardım gözlerimde. Sesinin tonunun verdiği huzura, ellerinin hareketleri ustaca eşlik ediyordu. O konuşurken yolunu şaşıran bütün sıkıntılarım bana eziyet etmeyi bırakıp ait olduğu köşelere çekiliyordu. Kopmak istemiyordum o andan ve ondan. Birbirimize anlatacak çok şeyimiz vardı; ama zaman tükendi. Varlığımı doğrulayan varlığından ayrılmak zorundaydım yine. Yine hasretlik, yine gurbet… Sonra beni kapıya kadar geçirdi, vedalaştık, ayrıldık. Yaydığı huzuru son kez iyice ciğerlerime çektim ve huzursuzluğun kaldırımlarında ilerlemek için çıktım. Yetişmem gereken bir yer, yetişmem gereken başka saçmalıklar vardı. Saatime bakayım bir dedim. Bir de baktım saatim kolumda yok, unutmuşum. İstemsiz gülümsedim, birazcık da sevindim bu unutuşa. Zamanımı emanet etmiştim ona. Kalbimin seçimini bilinçaltımın da onayladığının göstergesi miydi bu? Yoksa küçük bir çocukken yaşadığımız zamansızlığın ve mekânsızlığın yurduna yeniden dönme isteği miydi? Böyle bile olsa bu kadim dostla bir bağlantısı vardı sonuçta. Saat kullanmaktan pek hazzeden biri olmasam da, saatimin yokluğunu hissetmesem de bunu dostumun sesini bir kez daha duymak için bahane olarak kullandım.(İtirafımdır) Aradım onu “Zamanımı sende unutmuşum.” dedim. Sesinin gülümsemesini ta yüreğimde hissettim. Bu gülümseme gurbete giden yolda bana arkadaş oldu, kederimi hafifletti, ben uzaklaştıkça ardımda bıraktığım mesafeyi kısalttı. Her unutuşun aslında kendi benliğimizden gelen bir hatırlatma olduğunu fark etmek de bana günün karı oldu.
n
n
n
n ULTREYA…
n