Ziya Gökalp, "Turan" dediğimiz kavramı, "Vatan ne Türkiye'dir Türkler'e, ne de Türkistan... Vatan büyük ve müebbet ülkedir: Turan" diye tarif etmiş.
Turancılık, bir fikir olarak ilk ortaya atıldığında, tüm Ural - Altay halklarının siyasi birliğini savunan bir düşünceydi. Bir başka deyişle, aralarında Finler, Estonlar, Macarlar, Ugorlar, Tunguzlar, Tatarlar, Moğollar, Kazaklar, Kırgızlar, Oğuzlar, Uygurlar gibi çok geniş bir coğrafyada yaşayan kavimlerin birliğini amaçlayan bir akım... Lakin binlerce yıllık tarihin ve on milyonlarca km karelik toprakların imbiğinden süzülürken dil, din, hayat tarzı ve kültür yönünden farklılaşan bu akraba kavimler için siyasal birlik ütopyadan ibaret gibiydi. Zamanla Turancılık kavramı biraz anlam daralmasına uğradı, Türk - İslam sentezinin güç kazanmasıyla birlikte Müslüman olmayan uzak hısımlar halkanın biraz dışına itilir gibi oldu. Azeriler, Türkmenler, Tatarlar gibi Türki toplulukların siyasal birliği öncelikli bir hedef haline geldi.
Hüseyin Nihal Atsız, "Turancılık" sözcüğünden bahsederken, "Türkiye'de anlaşılan şey, tarihî mirasları da dahil olduğu halde bütün Türkleri tek devlet halinde birleştirmek ülküsüdür ve her ülkü gibi nesillere bakan, kan ve can vergisi isteyen, gönüllere heyecan katan bir inançtır." ifadelerini kullanıyor.
Turancılık fikrinin tarihine baktığımızda, 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi güçlenen akımlarla beraber yükselişe geçtiğini görüyoruz. Osmanlı'nın çöküş döneminde gerçekten güçlü bir taban yakalayan Turancılar, 1. Dünya savaşında Rusya'yı yenilgiye uğratılarak Kafkasya ve Orta Asya Türkleri ile kucaklaşmayı hedeflemişlerdi. Bu büyük ülkünün en mühim savunucusu Enver Paşa, Turancılık mefkuresini hayata geçirmek isterken şahadet mertebesine erdi. Yani tam da Atsız'ın dediği gibi, kan ve can olarak istenen vergiyi verdi!
Cumhuriyetin ilk yıllarında Rusya ile genç Türkiye arasındaki olumlu ilişkiler nedeniyle Turancılık fikri yerini, sınırları Türkiye dışına pek taşmayan bir milliyetçiliğe dönüştü. Bugünkü "ulusalcılık" fikrinin temellerinin atıldığı o yıllarda Turancı düşünürler, fikirlerini kısmen budamak zorunda kaldılar. 1930'larda tüm dünyada tırmanan milliyetçilik akımlarının yarattığı atmosferde yeniden güçlenen Turancı fikirler, Atatürk'ün vefatı sonrası ikinci dünya savaşı yıllarında bu defa çok daha baskıcı biçimde bastırılmaya çalışıldı.
O sancılı dönemin genç Turancılarından Alparslan Türkeş, ilerleyen dönemde Türk milliyetçiliğini, orta sağ çizgiden farklı bir siyasal yapıya dönüştürdü. Önce adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olan bu siyasi yapı 1969'da Milliyetçi Hareket Partisi adını aldı.
Esasında Turancılık fikri, Türkiye'dekine benzer bir tarihi süreç içinde başta Macaristan olmak üzere birçok ülkede de kendisini gösterdi. Bugün hala Macaristan'da, Orta Asya ve Kafkasya'da, Doğu Türkistan ve kısmen Ukrayna'da Turancılık fikrinin nefes alıp verdiğini söyleyebiliriz.
Ülkemizde ise Türk - İslam sentezinin ortaya atılmasıyla birlikte Turancı düşüncenin biraz içine kapandığını görüyoruz. Turancılık düşüncesinin bir takım türevlerinin oluştuğunu; esasen yakın anlamlar taşıyan Ülkücülük, Türkçülük, Ulusalcılık ve hatta adı pek adı konmasa da Milliyetçi Demokratlık gibi aralarında küçük ton farkları olan renklere büründüğünü söylemek yanlış olmaz.
Turancılık ve onun türevi olan fikirlerin toplumda giderek daha geniş ilgi görmesine karşın, siyasal birliğinin korunamayışı ve Türkiye'de iki ittifaktan oluşan siyasi yapının bir vaka haline gelmesi nedeniyle müstakil bir güç olarak iktidar erkine ulaşamadığını görüyoruz. Diğer bir deyişle Turancılık akımı, ideolojik bir fikir olarak zuhur ettiğinden bu yana aradan geçen yaklaşık 150 yılın sonunda dallanıp budaklansa da bir türlü tek başına ülke yönetiminde söz sahibi olacak bir güç haline dönüşemedi.
Siyasal iktidardan uzak geçen uzun yılların yorduğu Turancı fikriyatının Türkiye'de yaşanan sosyoekonomik sorunlar, komşu ülkelerdeki iç savaşlar, mültecilerin neredeyse bir kavimler göçü biçiminde topraklarımıza gelmesiyle beraber oluşan ekonomik daralmadan olumsuz etkilendiğini görüyoruz. Haliyle Türkiye merkezli bir Turancı dip dalgasının oluşturulamadığı pekala söylenebilir.
Esasında Türkiye'de ve hatta dünyada tüm ideolojilerin zorlaşan sosyoekonomik koşullara adaptasyon sorunu yaşadıkları gözle görünüyor. 19. Yüzyılda dünyaya hakim olmaya başlayan ve yirminci yüzyıl boyunca da yeryüzünde oluşan tüm siyasal olaylarda belirleyici olan sosyalizm, liberalizm, nasyonalizm gibi ideolojilerin yüzyılımızın koşullarına cevap veremediği ortada...
İdeolojilerin gelişen teknoloji ve dünya meseleleri karşısında yaşadığı patinaja çare olarak bir takım revizyon denemeleri yapıldı aslında. Misal, giderek derinleşen gelir dağılımı sorunlarına ilaç olabilmek adına sanal paralar, bankacılık ve finans sektörlerinin nakit paradan gerçekte olmayan elektronik paralara dönüşmesi, bireylerin ve devletlerin gelecekte kazanılacağı varsayılan gelirler üzerinden yüksek faizlerle uzun vadeli borçlandırılması gibi yöntemler, "neo liberalizmi" yarattı. Güya komünizmle yönetilen Çin ve korumacı bir idare şekli benimseyen Rusya gibi ülkeler de bir çeşit "neo devletçilik" anlayışına döndüler. Bu ülkelerde hem kapalı bir rejimle yönetilen hem de paranın serbest dolaşımına kapıları sonuna kadar açık tutan, ne kuş ne deve bir ekonomik model meydana çıktı.
Dünya kültürel ve düşün hayatı, çağımız toplumlarının içine düştükleri açmazlara ilaç olabilecek yeni ideolojiler geliştirmek konusunda iyice kısırlaştı. Hal böyle olunca eski ideolojilerin başına "neo" ön eki getirerek çağa uydurma girişimleri moda haline geldi.
Belki de Turancılık fikrinin küllerinden yeniden doğmasını sağlayacak formül de budur...
Kendi kendine yetecek kadar üreten bir ekonomi, dengeli gelir dağılımı, yüksek teknoloji üreten bilim kuruluşları, katma değer üreten dinamik bir sanayi, Çin Seddi'nden Viyana kapılarına kadar üç kıta yedi iklimde ihracat ve inşaat yapan iş adamları, onları destekleyen bir bankacılık sistemi, akıllı teşvik politikaları, tam bağımsız bir savunma sanayi, enerji koridorlarını ve üretim sahalarını elinde tutan bir askeri güç, bütün bu amaçlara odaklanmış modern sağlık, adalet ve eğitim anlayışı, milli ruha sahip gençlik, iç sorunlarını bitirmiş bir dahiliyecilik, sanat ve kültür dünyasında özgür düşünceye dayalı bir atak...
Eh, Turancılık sözcüğünün başına "neo" ön eki koyacak halimiz yok ya... Türkiye'nin kurtuluşu için çare belki de "Yeni Turancılık" akımını geliştirmekten geçiyordur.
Uzun lafın kısası, Turancılık denen kızıl elmanın gerçekleşmesi için hayal üretmekten çok daha fazlasını yapmalıyız. Ülkemizin kendi sınırları içinde güçlü ve barış içinde yükselmesini sağlayamazsak "nizamı alem" iddiamız olamaz.