Hiçbir şey göründüğü gibi değile dair çok öyküler bilirim...
Aslında her insanın bir öyküsü vardır...
Çoğu acı sonla biter...
İşte böyle bir öyküyü, değerli dostum Haldun Baş ulaştırdı...
Torun görmeye gittiği Kanarya Adalarından atmıştı elektronik mektubunu...
Çok duygulandım....
Yazarını bilmiyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum...

* * *
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
Biri tıpta okuyor, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda
başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı
aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse,
kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah
erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların
durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki
yürekleri ve elleri, hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor
getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında
da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen,
banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da
kabarık hale getirmek uğruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de
büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir
tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca,
bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur
diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini
büyüttüler...
Senin için ölürüm
derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam
Hayır, ben senin için ölürüm
diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not
görürdü kadın: Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,
Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma
mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya
koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en
sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı...
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten... Hayat ne kadar hızlı
akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine
ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına
geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden
ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel
projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün
sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev
gördü kadın, üzerinde satılık levhası asılı olan.
Ne dersin, bu evi alalım mı?
dedi adama.
Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim
bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir
deniz evi yapalım burayı...
Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?
diye yanıt verdi adam.
Amerikadaki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para
olursa olsun, burası bizimdir artık....
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor
oldu, adam Amerikaya giderken... Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra,
kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar
mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için,
sahildeki evi hatırlattı... Ve çizdiği projeyi verdi kadın ama, hiç beklemediği bir yanıt aldı:
Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da
çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama,
Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat
diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz
biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton
duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının
birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım
diye sözünü kesti arkadaşı...
O seni aldatıyor. İşyerimin tam karşısındaki restoranda genç bir
kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar
arabaya....
Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları
diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi
sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...
Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı
hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü
adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona
sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar
etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa
geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve
bavulunu alıp gitti evden... Kapıdan çıkarken,
Son bir kez kucaklamak isterim seni
diyecek oldu ama kadın,
Defol dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar...
Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı.
Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerikaya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor,
aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için
dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen
zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında,
karşısında o kadını gördü.
Sen, buraya ne yüzle geliyorsun
diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.
dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya
başladı:
Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat
önce öldü. Geçen yıl Amerikadaki kongre sırasında öğrendi hastalığını
ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep
söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni
kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.
Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerikaya yerleştiğimiz yalanını
yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev
tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece
fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu
vermemi istedi...
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen
oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra
akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu
kutuda. İlk kağıtta, Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem
(A) diyordu, Sırayla okudu;
Seni çok sevdim,
Seni sevmekten hiç vazgeçmedim,
Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.
Fakat benim için ölmeni istemedim
Şimdi bana söz vermeni istiyorum.
Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?
Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve
son kağıtta şunlar yazılıydı:
Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman
terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım....

* * * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Mutlu ve huzurlu günler dileğiyle...