n

n

n Mısır’da her şey olabildiğince karışmış durumdadır. Bir ülkeyi karıştırmanın çok kolay olduğu ve normal düzenin geri getirilmesinin çok zor olduğu gerçeği ise inkâr edilemez. Bunun yanında, ülke karışınca ise akıl veren çok olmaktadır. Kimilerinin darbe dediği, kimilerinin ise darbe demekten kaçındığı Mısır’daki olayın lehinde ve aleyhinde olanlar bulunmaktadır. Yalnız, Türkiye Mısır’daki darbeye karşı olmasına rağmen; başta ABD, AB, Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE yapılan darbenin yanında yer aldıklarını beyan etmişler, beyan etmek bir tarafa yardım programlarını da açıklamışlardır. ABD, 4 adet F-16 uçağının yanında 1,3 milyar $, Suudi Arabistan ile diğer Arap ülkeleri 12 milyar $ yardım edeceklerini açıklamışlardır. Görünen odur ki, Arap camiasının büyük bir çoğunluğu Mısır’daki darbeyi onaylamaktadır. Bunun yanında, darbeyi yapan ordunun bu hareketten vazgeçeceğini ümit etmek de bir ham hayalden öte değildir. Türkiye dâhil, şimdiye kadar Müslüman ülkelerdeki darbe hareketlerinde geriye dönüş olmamıştır. Elbette, demokratik düzen içinde idare edenler, sandıktan çıkar. Yalnız, silahın gücü de en azından belirli bir süre için her şeyin üzerindedir. Mısır’daki darbeyi gerçekleştiren, Genelkurmay Başkanı Abdulfettah el Sisi, idareyi kendi tandansında olanlara bırakmak ve vesayeti de elinde tutmak istemektedir. Bu durumda Türkiye’nin açıkça Muhammed Mursi tarafını tutması, bunu da açıkça deklare etmesi, çok erken davranmış olmanın yanında, uzun vadede, Mısır gibi bir dosttan düşman yaratma şeklinde ortaya çıkabilir. Bu bakımdan Türkiye’nin Mısır’daki iç olaylara karşı daha temkinli davranmasında yarar vardır. Nasıl ki, Gezi Parkı olaylarında, Türkiye AB’nin aldığı kararlar bizi bağlamaz diyebildi ise, Mısır daha kolaylıkla, “bizim içişlerimize, Türkiye’nin karışmaya hakkı yoktur” ifadesini kullanabilir. İleride Mısır’da olacakları şimdiden kestirmek kolay olmasa da; ABD, AB ve Arapların çoğunun desteklediği bu hareket sonunda, Müslüman Kardeşler’in aktif olarak görev alamayacakları; Selefiler ve diğer grupların hâkim olduğu bir idare ortaya çıkacağa benzemektedir. Şimdiden kabul edilen 33 maddelik geçici anayasa’da ‘Şeriat’ maddesinin birinci madde oluşu da, Mısır’da demokratik bir idareden daha çok şer’i esaslara dayalı bir idarenin kurulacağının belirtileridir. Bu gelişen olaylarla birlikte; Beşar Esad’ın ağzının kulaklarına vardığını tahmin etmek de yabana atılacak durum değildir.

n

n Elbette, bekleyip göreceğiz, fakat göreceklerimiz hiç de Mısır’ın ve Mısır halkının yararına olmayacağı kesindir. Bunun yanında demokrasinin Mısır’a ne zaman geleceğini de tahmin etmek mümkün değildir. Mısır’ın bir yüzyıllık tarihine baktığımız zaman dramatik olayların olduğunu ve hep otarşi ile idare edildiğini görürüz. 1922 yılında, Mehmet Fuad Paşa, I. Fuad adı ile Mısır Kralı olmuş, 1936 yılında ölümü ile 16 yaşındaki oğlu Kral Faruk olarak tahta çıkmıştır. Kral Faruk, 1952 yılında, Albay Cemal Abdülnasır’ın Hür Subaylar hareketi ile krallıktan uzaklaştırılmıştır. 1970 yılına kadar devlet başkanlığında kalan Cemal Abdülnasır’ın ölümü ile yerine yardımcısı Enver Sedat geçmiştir. Enver Sedat’ın 1981 yılında kanlı bir şekilde öldürülmesi ile yerine Hüsnü Mübarek, devlet başkanı olmuştur. 2011 yılında ise Hüsnü Mübarek halk hareketi ile uzaklaştırılarak, yeni anayasa ve seçimle birlikte Muhammed Mursi, devlet başkanı olmuştu. Kavalalı Mehmet Ali Paşa (1769-1849)’nın Osmanlılara karşı isyanı ve Mısır Hıdivliğinin kuruluşu ile başlayan bu serüvende krallar ve tiran başkanlar rol almış; maalesef bir yıllık demokrasi denemesi de son bulmuştur.

n

n Mısır’a bir devlet kuşu gibi demokrasi ne zaman gelir, bilinmez. Yalnız, Mısır’ın bu şekilde kat edeceği uzun bir yol olduğu açıktır. Bunlardan öte, herhangi bir şekilde başa geçenlerin demokrasiyi özümseyemedikleri, daha da ötesi, bunu sevmedikleri gerçektir. Demokrasi elbette sandıktır ve oradan çıkar. Yalnız, gerek demokrasi için oy verenler ile idare edenlerin de demokrasinin milletlerarası düzeyde kabul edilen normlar içinde ülkelerini idare etmeleri gereği ortadadır. Devlet olmak önemlidir, fakat önemli olan da devlet olmanın yükümlülükleri de halk ve hak üzerinde olmalıdır. Hâlâ, Müslüman dünya bir hab-ı gaflet içindedir. Uyanmalarını ve milletlerarası düzeyde yerlerini almalarını ümit eder, saygılarımı sunarım.

n