İslam medeniyetinin klasik çağından sonra yetişmiş en büyük düşünürü hiç şüphesiz, bugün Türkiye'de adına bir üniversite kurulmuş olan İbn Haldun'dur(1332-1406). Tunus'ta doğan ve hayatının çocukluk ve yetişme dönemlerini Mağrib'te, ilmî ve siyasî faaliyetlerle dolu son 30 yılını ise Mağrib-Mısır arasında geçiren İbn Haldun, kısa adı Kitabu'l-iber olan tarih kitabına yazdığı meşhur girişi (Mukaddime) ile tanınır.
İbn Haldun düşüncesinde merkezi kavramlardan biri asabiye'dir. İnsanlar bir arada yaşamak zorunda ve bu da sosyal dayanışmayı ve otoriteyi gerektirir. Sosyal dayanışmanın (asabiyetin) kaynağı, küçük gruplarda akrabalık, büyük gruplarda ise ortak yaşayış biçimdir. Ortak yaşayış ve örgütlenme ortak bir düşünceyi doğurmakta, bu da ortak yaşayışı pekiştirmektedir. İbn Haldun, asabiye'yi bedevîlikten haderîliğe geçişi mümkün kılan dinamik güç olarak tespit etmiştir. Bedeviliğin sosyal hayatı sert ve zorluklarla dolu olduğundan yiğitlik ve eşitlik esaslarına dayalı bir hareket tarzını gerekli kılar. Asabiyetin gayesi iktidarı elde etmeğe, mülk/devlet kurmağa yöneliktir.
Dünya nimetlerini ve nefsin isteklerini içinde toplayan bir yer olması hasebiyle iktidarı elde etmek için insanlar ve gruplar arasında çekişmeler meydana gelmekte ve yenilen bu makamı teslim etmektedir. Yani iktidarın elde edilmesi savaş iledir.
Bir kabilede iktidarı elde eden onunla yetinmez, çevredeki kabileleri de iktidarı altına almak ister. Böylece güçlenen asabiyet daha fazla güç ister. Bunun da sonucunda devlet veya mülk denilen toplumsal varlık şekli ortaya çıkar. Bedevi toplumlarda yönetimde zulüm yoktur, gelenekler eşitsizliği giderici yöndedir ve adalet esastır. Haderi toplumun ileri aşamalarında bu özellikler kaybolur ve iktidar zor kullanma (tagallüb) ve baskı/güç (kahr) ile sürdürülür.
Mülk, hükümdarlık, yönetme, devlet anlamlarını taşır. Onun devlet kavramına tarihî tecrübe ışığında yaklaşması, ideal devlet tasavvurları yerine gerçek devlet tipleri üzerinde teorilerini oluşturmasına yardım etmiştir. İki çeşit yönetim vardır: dine ve mülke dayalı siyaset. Mülk de ikiye ayrılır: siyasî mülk, tabiî mülk. Tabii mülk de siyasî mülk de kahr ve tagallüb'e dayalıdır ama ikincisi kanunlara dayandığından adalet sayesinde yaşama şansı daha fazladır. Halifelik şeriata, mülk ise akla dayanır. Dinî siyaset insanların sadece bu dünyadaki çıkarlarını değil ahretlerini de düşünür.
İbn Haldun'un devletin aşamalarına dair görüşleri tavırlar nazariyesi olarak adlandırılmış, tarihimizde Katip Çelebi, Naîma gibi tarihçi ve alimler de bu görüşlerden esinlenerek Osmanlı Devletinin o zamanki durumuna dair yorumlar yapmışlardır. İbn Haldun, şahıslar gibi devletlerin de tabiî ömürleri olduğunu ileri sürer. Müneccimlere göre insanın tabiî ömrü 120 yıldır. Bu, her nesilde kıranlara (yıldızların yekdiğerine yaklaşarak aynı hizaya gelmesi) göre değişir. Mesela Müslümanlarda ömür 60-70 yıldır. Devletlerin ömürleri en fazla üç nesildir (Her nesil 40 yıl). Birinci nesil hayatın zorluklarına göğüs geren, yiğit ve sert bir nesil olup asabiyetini korur. İkinci nesilde mülk ve refahtan dolayı bedevilikten hadariliğe geçilmiştir, dolayısıyla rahatlık ve atalet başlar. Refahın ve gevşekliğin hakim olduğu üçüncü neslin erkekleri kadınlardan bile korkaktır ve ülkelerini savunmazlar.
İbn Haldun devletin muhtelif aşamalardan geçtiğini, her bir aşamada yönetenlerin huy ve karakterlerinin değiştiğini ileri sürer. Devletteki tavırlar çoğunlukla beş aşamadır:
1-Asabiyetin baskın olduğu zafer, başarı, galibiyet ve istila dönemi,
2-İstibdat ve infirad dönemi (hükümdar, kavmine karşı istibdat halindedir ve onları yönetimden uzaklaştırarak azatlılar, devşirmeler edinerek kavmine karşı kendi hakimiyetini arttırır),
3-Ferağ ve Rahatlık tavrı(servet, şöhret, imar, bayındırlık, ihsanda bulunma dönemi),
4-Kanaat ve Müsalemet ve Sulh (atalarının tesis ettiği ile yetinme, töreyi taklit ve takip etme dönemi)
5-İsraf ve Tebzir (har vurup harman savurma) dönemi; hükümdarın çevresinin dalkavuklar ve düşük karakterli kişilerce sarıldığı, ehil ve layık kimselerin yönetimden uzaklaştırıldığı dönemdir.
İbn Haldun devletin ihtiyarlığının ve bundan kaynaklanan rahatsızlıklarının tedavisi için belirli ilaçlar bulunduğunu da söyler. Mısır ve Suriye'deki Türk devletlerinin ve Endülüs'te bulunan devletlerin dinamik bedevî unsurlarla kendilerini dinamik tuttuklarına işaret eder. Osmanlı dönemindeki takipçilerinden Katip Çelebi ve Naima da Osmanlı Devletinin içine girdiği 'duraklama' devrini alınacak tedbirlerle uzatabileceğini, bunun için de muktedir ve sözünü dinletir bir yöneticiye (kılıç sahibine) ihtiyaç olduğunu vurgulamışlardır.
İbn Haldun'un bu görüşleri yaşadığı çağı yansıtır. Ancak yönetime/iktidara geliş ve onu sürdürme bakımından asabiye'nin yani kana veya belirli bir ideale dayanan yardımlaşma ve dayanışma duygusunun merkezi önemi, devletin rahat ve refaha kavuşmasının ardından yaşanan rehavet ve ardından israf dönemi, adaletin devleti ayakta tutmadaki rolü gibi bakımlardan günümüze de ışık tutmaya devam etmektedir.
Not: Makalede Mukaddime'nin Süleyman Uludağ tercümesinden ve TDV İslam Ansiklopedisi 'İbn Haldun' maddesinden yararlanılmıştır.