Günümüzde olduğu gibi geçmişte de dinî konularda birbirine taban tabana zıt görüşlerin tartışıldığı, bu tartışmaların fiilî çatışmaya dönüştüğü dönemler olmuştur. Çağımızda özellikle El-Kaide, IŞID/DEAŞ gibi terör örgütlerinin yapıp ettiklerini dinî argümanlara dayandırması, 'İslamî terör' kavramının yaygınlık kazanması karşısında Müslümanların bir savunma psikolojisi içinde, İslam ile terörün bağdaştırılmayacağını ispat etmek durumunda kalıyorlar.
İslam dini açısından kutsal addedilen cihad ve gaza kavramlarının 'selefi-cihatçılık' şeklinde kirletilmesine de itirazlar yükseliyor. Bu gibi terörist örgütler bir yana, çeşitli cemaat ve gruplar arasında 'gerçek din', 'bid'at', 'sapkınlık', 'zındıklık' vb. konular sadece din ve inanç bağlamında değil siyaset alanı ile ilişkili olarak da tartışılıyor.
Türkiye'nin bir beka meselesi olduğuna inanıyor ve gereğini yapmak istiyorsak toplumu ayrıştıran, kutuplaştıran söylemlerden uzak durmalıyız. Bazı konuları ısıtıp ısıtıp toplumu germenin kısa vadede siyasî karşılığı olabilir ama uzun vadede bunlar da beka meselesinin ciddi bir boyutu haline gelebilir. Mesela geçtiğimiz günlerde, Türkiye'de yıllarca tartışma konusu olan baş örtüsünün bu defa aile ve çevre zoruyla başlarını örttükleri ve şimdi de başlarını açarak özgürleştikleri ileri sürülen kadınlar üzerinden yeniden bir tartışma konusu haline geldiğini müşahede ettik. Sosyal hayatta sürekli olarak kadın giyimi ve davranışı üzerinden aleme nizam veren 'kanaat önderleri'nin açıklamalarıyla karşılaşıyoruz.
Bu gibi tartışmaların benzerleri tarihimizde sıkça vuku bulmuştur. Günümüzde dinî zihniyet, cemaat ve tarikat yapılanmaları elbette çağımızın etkilerini taşıyor ve geçmişle birebir örtüşmesi söz konusu değil. Bununla birlikte günümüze ışık tutması bakımından Kadızadeliler hareketinden alınacak önemli dersler var. Osmanlı Devletinin çeşitli bakımlardan bunalım ve değişimlere maruz kaldığı XVII. yüzyılın ilk yarısında dönemin devlet adamları, düşünce insanları, şairleri, alimleri bu gelişmeleri anlamlandırmaya çalıştılar. Bunu yaparken, Koçi Bey örneğinde olduğu gibi, geçmişin idealleştirilmesine dayalı bir yorumun baskın olduğunu biliyoruz. Onlara göre, kanun-ı kadimden ve şeriattan sapmak 'bozulma'nın temel sebebidir. Ulema arasında tasfiyeci/püritanist eğilime sahip olan Kadızadeliler ise bütün bozulma ve çürümeyi bid'atlere, yani dine sonradan sokulan yeniliklere bağlamaktaydı.
XVII. yüzyıl birtakım sosyal karışıklıklara sahne olurken dinî-tasavvufî hayatta önemli şahsiyetler ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, IV. Murad'ın saltanatı sırasında Kadızade Mehmed Efendi'nin, müteakip devirlerde de Üstüvanî Mehmed Efendi ve Türk Ahmed gibi kişilerin önderliğinde tasfiyeci (püritanist) görüşlere sahip bir vaizan grubu bid'atlere (dine sonradan eklenen yeniliklere), tekkelere ve Kur'an'ın makamla okunmasına karşı bir mücadeleye giriştiler. Bu çerçevede tarikat erbabına karşı cephe aldılar. IV. Murad, Kadızade'ye yakınlık duymakla birlikte rakibi durumundaki tarikat ehlini ve Sivasî Abdülmecid Efendi'yi de gücendirmemeye çalışmıştır. IV. Mehmed devrindeki otoritesizlikten yararlanarak tekkeleri yıkmaya ve 'bid'at'leri kaldırmaya girişen Kadızadeliler, liderleri sürülmek suretiyle, Köprülü Mehmed Paşa tarafından etkisiz hale getirildi. XVI. Yüzyıl ulemasından Birgivî Mehmed Efendi'nin fikirlerini izleyen Kadızadeliler aklî ilimlerin tahsiline karşı çıkıyor, musıkî, sema, devran vb. tarikat uygulamalarını, kabir ve türbe ziyaretlerini vb. haram sayıyordu.
Günümüzde de din tartışmaları akılcı ve tenkidî bir yaklaşımla değil nakilci ve skolastik bir tarzda sürdüren kesimler var. Bunların bir kısmı zümre çıkarlarının peşinde, bazıları dış odakların güdümünde olabilir. Ama takipçilerin çoğunlukla samimi dindar insan oldukları açıktır. Bu gibi meselelere tarihî, sosyolojik gerçekleri dikkate alan bir bakış açısıyla; Ahmed Yesevî'den Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli'ye uzanan irfan geleneğimiz ile İmam-ı azam ve İmam Maturidî'den gelen anlayışımız çerçevesinde yaklaşmamız zaruridir. Aşırılıklar yani ifrat ve tefritten uzak, akla ve kalbe hitap eden, temeli güzel ahlak olan bir din anlayışını yeniden hakim kılmalıyız. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığına ve İlahiyatçı hocalarımıza önemli görevler düşüyor ama siyasetçilerin de din konusunu birilerinin istismar alanı olmaktan çıkarmak için yapacakları çok şey var.