Toplumlar yeni gelişmelere, değişim ve dönüşümlere açık, dinamik yapılardır. Belli bir zaman dilimi içinde ve farklı mekanlarda ortaya konan her türlü kültür ve sanat eseri, onu üreten sanatçının içinde yaşadığı toplumun tarihinden, sosyal ve kültürel hayatından derin izler taşır ve toplumda meydana gelen bütün değişim, dönüşüm ve oluşumları, yaşanan bütün olayları bir ayna gibi yansıtır. Çünkü kültür ve sanat hareketleri yaşanılan hayattan etkilenir, ondan beslenir ve onu anlatırlar. Bu da toplumun kültür, sanat ve sosyal hayatını zenginleştirir ve canlı tutar. Böylece toplumla birlikte onun kültür ve sanatı da değişir ve gelişir. Ortaçağ kültürü, Rönesans dönemi sanatı, 16. yüzyıl İtalyan, Fransız, Türk sanatı ve kültürü vb. ifadelerle işte bu değişim anlatılmak istenir. Halkın geleneksel ölçülerle ürettiği el sanatları dahil, bir toplumun edebiyat, resim, mûsikî, mimarlık vb. sanat dallarında ortaya koyduğu bütün kültür ve sanat eserleri, aynı zamanda millî kültürün de en zengin, en verimli kaynağını oluştururlar. Toplumun bütün karakteristik özellikleri büyük ölçüde o toplumun kültür ve sanatında kendini gösterir. Fin'li ünlü mimar Eftel Saarinen, 'Bitki kendi kökünden beslenir. Sanat da böyledir. Sanat toplum hayatının birtakım şekiller içinde ifadesinden başka bir şey değildir.' sözleriyle, kültür ve sanat ile toplum arasında var olan bu derin ilişkiye işaret etmiştir.
Ortak ve evrensel olanlar dışında her toplumun yaşamasını, saygı duyulmasını istediği ahlaka ve töreye ilişkin kendine özgü birtakım değerleri vardır. O bunların yıpranmasından hoşlanmaz, rahatsız olur. Sanat, kültür, ilim adamı ve aydınlardan da bunlara saygı duymalarını bekler. Elbet onlar da buna dikkat etmeli, incitici, aşağılayıcı ve kırıcı ifadelere yer vermemelidirler. Hangi alanda olursa olsun ortaya konan bütün kültür ve sanat eserleri, insanda olumlu duygular geliştirmeli, onun önünde yeni ufuklar açmalı, ona ümit, sevinç ve yaşama heyecanı vermeli ve elbet, 'suflî, pespaye ve basit' her çeşit duygu ve düşünceyi yansıtmaktan uzak durmalıdır. Söz gelimi, kaleme alınan her yazı ve kitap, elbet okunmak için yazılır, ama onun kendini okutacak özelliklere sahip olması da beklenir. Önce dili ve üslubu ile dikkat çekici ve güzel olmalıdır. Elbet konu ve muhteva da çok önemlidir. Bilinenleri tekrar etmemeli, özgün, yeni ve farklı şeyler söylemelidir. İyi, güzel, faydalı ve doğru olanı dile getirmeli, ferdî ve toplumsal ahlakın korunmasına, toplumun sanat zevkinin gelişmesine, onun bilgi ve kültürünün zenginleşmesine hizmet etmelidir. Elbet bütün bu hususlarda ölçüyü iyi tutturmak da gerekir. Zira yapmacıklık, tekrar, aşırı abartı ve ukalalık sözde olduğu gibi yazıda da hoş karşılanmaz. Güzel ve başarılı bir yazının önemli özelliklerinden birisi de, elbet sade, yalın ve inandırıcı olmaktır. Bu da ihmal edilmemelidir.
Birbirini takip eden nesilleri yetiştirip hayata hazırlayan, yalnız aldıkları standart eğitim süreçleri değildir. Onlar okulun dışında okudukları kitaplardan, gazete ve dergilerden, dinledikleri müzikten, izledikleri film ve dizilerden, güzel bir tablodan ve yaşadıkları mekanların cadde ve sokaklarını süsleyen her türlü mimarî eserden de çok şey öğrenirler. O itibarla, ilmin ve sanatın hangi dalında olursa olsun, bütün ilim, fikir ve sanat adamlarının birinci görevi, insanları ayrıştırmak, onları birtakım ideolojik ve siyasî kamplara ayırmak, ötekileştirmek değil, kaynaştırmak ve böylece millî birliğin oluşup güçlenmesine hizmet etmek olmalıdır. Bunun için de, yalnız yazılı metinler ve kitapların değil, ister duygu, ister düşünce, ister görsel ağırlıklı olsun, ortaya konulan her türlü sanat, ilim ve kültür eserinin, toplumun değer ölçülerine, kültürüne, tarihine, diline ve inançlarına ters düşmemesi gerekir. Çünkü bunlar aynı zamanda bir eğitim aracı olarak da kullanılır ve yeni nesillerin ufkunu açar, onlara yol gösterir, özgüven kazandırır; dünü doğru öğrenmelerine, bugünü hakkıyla yaşamalarına, geleceklerini de sağlam bir temel üzerinde inşa etmelerine yardımcı olurlar.
Öte yandan, bir ilim ve sanat adamı, herhalde sıradan biri değildir; okuyan, öğrenen, düşünen, yaşanmış bir hayat tecrübesine ve bilgi birikimine sahip olan birisidir o. Daha doğrusu öyle olduğu kabul edilir. Bunu, ortaya koyduğu eserlerin kalitesinden anlamak mümkündür. Zira bir ilim adamı ve sanatkarın bütün kişilik özellikleri, bilgi ve kültürünün zenginliği ve ruhunu besleyen kaynaklar, büyük ölçüde onun eserlerine yansır ve haliyle insanlar üzerinde birtakım tesirler de meydana getirir. O itibarla, ruhu ve aklı besleyip zenginleştirmeyen, insanlara güzellik, iyilik ve doğruluk duyguları aşılamayan, onların gönüllerini taze umutlarla, yaşama sevinci ve heyecanı ile doldurmayan her türlü söz, yazı ve eserler, toplum için faydalı olmaktan çok zararlı olurlar. Dolayısıyla bu tür ilim, kültür ve sanat eserlerinin topluma sunulmaması, sunulmasından çok daha hayırlıdır.