Yaşadığımız toprakların masalları da bitmez, efsaneleri de... Bu hikayeleri evirip çevirince günümüze uyarlamak pek kolaydır. Haliyle biz kalem işçileri için hepsi birer nimet sayılır. İlham perilerimiz ne zaman tembellik etse, bu öykülerden birine sarılıp o haftaki köşemizi tamam edebiliriz!

***

Hoş, saat başı gündem değişen bu ülkede köşe yazmak için konu bulmak zor değil... Asıl sıkıntı, zülfiyare dokunmadan yazabilmekte... Ortada kuyu var yandan geç!

***

Efendim, malum... Toplumla beraber medya leşkerleri de kutuplaşmış durumda! Ahali son zamanlarda neredeyse yarı yarıya sayılabilecek biçimde ayrılmış gibi görünüyor.

Ve lakin, kalemşörler için durum pek öyle değil... Hiçbirimiz fikrimizce klavyemizin ucuna geleni yazamıyoruz. Oto sansür uyguluyoruz kendimize!

Kimsenin aleyhine bir cümle kurmaya gelmiyor çünkü!

Milletvekili, belediye reisi...

STK başkanı, il başkanı...

Bürokrat, iş adamı...

Popçu, topçu...

Minibüsçü, pazarcı...

Hiç fark etmiyor! Kimsenin eleştiriye tahammülü yok. Maazallah, "keşke öyle değil de böyle yapsa" diye iyi niyetli bir cümle yazmaya görün... Sizden kötüsü olmaz!

***

Biz medyabazlar, gönlümüzce yazmaktan imtina ettiğimiz için şapkamızdan tavşan çıkartamıyoruz tabii... Hal böyle olunca makam sahipleri, "Nasıl olsa kimse görmüyor, gören de neme lazım modunda..." diye düşünüyor. "Yazan yok, çizen yok, oh ne alaka memleket"

Peki ya gazeteci tayfası işini yap(a)mıyor diye yanlış yapılanlar duyulup bilinmiyor mu gerçekten?

***

Midas, bundan 2500 sene önce İç Batı Anadolu topraklarında hüküm süren Frigya ahalisinin kralıymış.

O zamanlar laiklik daha icat olmadığından Krallar din işlerine fazlasıyla burnunu sokuyormuş.

Bizim Midas Efendi de Olimpos Dağındaki tanrılardan ikisi arasında bir yarışmaya hakem olma gafletinde bulunmuş. Meseleyi yüzüne gözüne bulaştırmış olmalı ki yarışmayı kaybeden tanrının tepesi atmış, bizimkine bir okus pokus çekmiş, eşek kulaklı hale getirmiş!

Karizmanın dağılmasından korkan Kral, kimse görmesin diye kocaman bir külahı kafasına geçirip kulaklarını saklamaya başlamış.

Frigyalılar da yavrum insanlar, "Kral'ın modacısını değiştirmesi lazım" diye konuşan kimse yok ama bu kocaman külah neyin nesi, merak edenler de az değil! Lakin kimse yüksek sesle konuşamıyor!

İlk zamanlar tereddütlü olsa da eşek kulaklarını saklayan külahın meseleyi çözdüğünü zanneden Bay Midas rahatlamış.

Gel zaman git zaman, Midas'ın saçları uzamış. Hava sıcak, terledikçe saçı başı kaşınmaya filan başlamış. Mecburen saçlarını kestirmeye karar vermiş. Frigya'nın en ketum berberini araştırıp bulmuş. Vaziyeti anlatıp çenesini sıkı tutmazsa kellesini alacağını tembihleyerek tıraş olmuş.

Zavallı berber, bir müddet sırrını saklamış. Sonra gittikçe karnı şişmeye, tuttuğu sırrın tesiriyle sağlığı bozulmaya başlamış. Kimseye de söyleyemiyor, Midas bu, affetmez!

Sonunda dağ başında kör bir kuyu bulmuş. Eğilip "Kral Midas eşek kulaklı" diye fısıldamış.

Ama sesi kuyuda yankılanmış. Rüzgar sesi alıp uzaklara taşımış. Frigya'da sağır sultan bile vaziyeti öğrenmiş, iyi mi?

***

Aradan geçen yirmi beş asırda Anadolu'nun ırmaklarından çok sular aktı... Helen Tanrıları, Homeros'un Destanlarında unutulup gitti.

Lakin memlekette Midasların sayısı öyle arttı ki neredeyse her mahalleye bir düzine eşek kulaklı kral düşmeye başladı!

Çağımızın Midasları, yaptıkları hataların dillendirilmesinden hiç hoşnut olmuyorlar. Eleştirenleri affetmek bir yana ilk fırsatta boğmanın yollarını arıyorlar. Bu nedenle ahali, Frigyalılar misali üç maymunu oynuyor.

***

Peki, millet asrın Midasları'nın eşek kulaklarından bihaber mi sanıyorsunuz?

Herkes bal gibi de kim eşek kulaklı, kim keçi sakallı, kim kıl kuyruk, gayet iyi biliyor!

Ahir zamandayız ya hani... "Sosyal medya" diye bir icat var şimdilerde: Frigyalı berberin sırrını açtığı kör kuyudan beter, mübarek!

***

Demem o ki, millet sus pus diye kimse aldanmasın! Gün gelir, eşeklik edenin kulağını çeken birileri muhakkak çıkar!