Tahta bavul yazılarım çok yorum aldı. Tam da "Tahta bavul " yazı dizisine nokta koymuştum ki, o tanığım ses telefonla aradı. Belli ki hocam okuyor yazılarımı.

Dedi ki " Bak sana bir şey anlatacağım öğretmenle öğrencinin yolu bir yerlerde kesişir mi ?" Dedi ardından bir bir ekledi.

Ve... Bu kez ben onun tahta bavulunu açmaya karar verdim. Kendisinden izin isteyerek onun tahta bavulunu karıştırdım.

Elime geçenleri üst üste masamın üzerine dizerek kaleme aldım.

Yıl 1956....

Genç ve idealist delikanlı İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesini kazanır.

Nişantaşı'daki akrabalarının evinden her gün Beyazıt'a gitmek ona zor gelir.

Kumkapı 'da Han sokakta eski bir Rum evi bulur. Cumbalı, renkli vitrayları ile eski kokan bir evdir.

Madam Eleni ona 40 TL karşılığında bir oda kiralar. Küçük odasında bir tahta bavulu bir de kendisi vardır artık.

Bir de odasının köşesine sakladığı gurbet ve yalnızlık öyküsü...

Akşamları odasında bavulu ile yalnız kaldığında Müzeyyen Senar şarkıları mırıldanır sessizce.

Tahta bavulu ile kah sohbet eder. Kah yalnızlığını paylaşır. Bazen de buzdolabının olmadığı yıllarda yiyeceklerini saklar tahta bavula...

Bazen de üzerine oturup elini şakağına dayar. Bir kadeh gazoz yudumlar.

Sesi güzeldir.

Akşamları yanık bir gurbet türküsü tutturur Madam Eleni 'den çekinerek.

Babası her ay 200 TL harçlık yollar ona. İyi paradır aslında. Ama 1960 da Marshall yardımı gelince pederinden 50 TL daha Marshall zammı ister.

Bu arada şık giyinmeyi de sever. Gıcır gıcır siyah pabuçlar ve kravatlar favorileridir.

Üniversite hayatı güzeldir. 49 kişilik arkadaş gurubu, müzikholler, tiyatrolar derken beş yıla çıkarır üniversiteyi.

Disiplin sahibi ve sanatsever bir öğrencidir.

İstanbul Üniversitesinin Türk Sanat Müziği korosunda Sevim Deran , Erol Deran ve Dr .Orhan Şener ile yer alıp şarkılar terennüm ederler birlikte.

Hep birlikte radyo evine giderler. Her çarşamba Çemberlitaş da Müzeyyen Senar'ı dinler. Hangi gazinoda program yapsa ne yapıp, edip mutlaka izler Müzeyyen hanımı.

Diplomasını alıp mezun olduğu gece yine çöker tahta bavulun başına bu kez ağlar.

Çünkü İstanbul'u sevmiştir... İstanbul da onu...

Sanat camiası, arkadaşlarından ayrılmak üzer. Genç delikanlıyı.

Bitlis ve Gaziantep uzak diye gitmez. Bakanlıkta pazarlık eder uzak diyarlara gitmemek için. Çünkü öğretmenler zor yetişir. Tabiri caiz ise iyi öğretmen karaborsadadır o yıllarda.

İlk tayin yeri Ordu - Mesudiye ilçesidir.

İstemeyerek gittiği Mesudiye'den üç yıl sonra üzülerek ayrılır.

Çünkü Ordu o tarihlerde sanatsever, kültür düzeyi yüksek insanların yaşadığı bir ildir. Ordu da "Pembe Kadın"nı koyar sahneye.

Ve... Ardından "Hülleci'dir. Reşat Nuri Güntekin'den sahnelenen Ordulu sanatseverlere.

Ordu da Türk Halk Müziği korosu kurar. Tarih derslerine de girer.

Üç yıl da Fransızca öğretmenliği yapmıştır Mesudiye'de...

1966 yılında geldiği Samsun 19 Mayıs Lisesinde " Duvarların Ötesi'ni koyar sahneye bu kez de. Ardından Namık Kemal lisesinde bir turizm yarışması tertipleyerek Milli Eğitim Bakanlığından takdirname almış ve ödül olarak dört gün boyunca Kapadokya'da ağırlanmıştır.

Böyle ödüllerden ziyade onun asıl takdirnamesi onu seven öğrencileri olmuştur.

Nice öğrenciler yetiştirip nice insanlar kazanıp, nice insanlar kazandırmıştır.

Öğrencileri onu çok sever. Notu kıt olmasına karşın.

Çünkü ağdalı bir anlatımı vardır. Sohbeti güzeldir.

Sevdirir öğrenciye kendini ve dersini.

Öğrenci ondan korkmaz. Çünkü saydırır kendisini öğrencilerine.

Tam 50 yıl eğitim verir. Emekli olur.

Torunu, ailesi, eşi onun şimdiki korosudur.

Bu kez de hayatı terennüm eder, geçmişi özleyerek.

Bir şehri, şehir yapan kendine has özellikleri vardır.

O şehrin insanları, yaşanmışlığı, eğitimcileri, sanatkarları, yaşayanları ile geçmişine ve geleceğine imza atarak geçerler tarihe.

19 Mayıs Lisesi de Türk eğitim tarihine imza atmış köklü bir kurumdur.

Sanatından çok magazini ile ünlü bir türkücü "Urfa da Oxford vardı da okumadık mı " demişti bir zamanlar.

19 Mayıs Lisesi de o tarihlerde Oxford gibi idi.

Eğitimin henüz bacasız sanayi kurulmamıştı. Öğretmenlerin hepsi ayrı bir değerdi.

Orada sadece ders verilmez. İnsan olmanın gereği de öğretilirdi.

İlim ve irfan yuvası idi. Saygı, sevgi, terbiye, genel kültür hepsi ders gibi öğretilirdi. Salt öğrenci değil, insan yetiştirmeye özen gösterilirdi.

Sayın Mustafa Durmaz bizim de hocamızdı. Coğrafyayı matematik gibi öğretirdi.

Notu hassas terazide dirhem ile tartarak verirdi.

Meridyenler ve paralellerle benim başım hep dertte idi.

İki meridyen arasındaki uzaklığın ekvatordan kutuplara giderken nasıl azaldığını bilmek zorunda idim.

Aynı meridyen üzerinde bulunan merkezlerin yerel saatlerinin de aynı olduğunu da yine bilmek zorunda idim.

Başlangıç paralelinin ekvator olduğunu bilip uzunluğunun 40076 km. olduğunu da adım gibi bilmek zorunda idim.

Merkezlerin Greenwich'in hangi tarafında olduğunu da yine bilmek zorunda idim.

Dedim ya biz başkent isimlerini ezberlemedik. Biz coğrafyayı matematik gibi öğrendik.

Dünyayı kanıt gibi, belge gibi yerleştirdik belleğimize.

Ama bütün bunlara rağmen hiç yüksek not alamadım kendisinden.

Dedim ya, notları hassas kuyumcu terazisinde tartarak verirdi hep.

Ben bugün hocamın tahta bavulunu çok karıştırdım. Haddimi aştı isem affola...

Bazı değerler vardır ki hafızalara kazılır. Somut ve tekdirler.

Hocamızın daha nice uzun yıllar sağlıkla yaşaması dileği ile onun tahta bavulunu kilitliyorum.

SOKAĞINIZIN KÖŞESİNDE BİR KEDİNİN AÇ VE SUSUZ YATMASI SİZİ RAHATSIZ ETMİYOR MU? SOKAK HAYVANLARI İÇİN KAPINIZIN ÖNÜNE BİR KAP SU VE MAMA KOYUNUZ LÜTFEN