Bugün yatak mahkumiyetimin 18. günü doluyor...
Kolay değilmiş gerçekten. Bu durumda olanların Allah yardımcısı olsun...
Dün ilk kez bilgisayarın başına gidebildim. Bugünkü yazımı da telefonla yazdırmak yerine e-posta ile gönderiyorum...
Bu yaşta top oynamak senin neyine? diyen dostlarım,
nasıl vakit geçirdiğimi soruyor...
Bol bol TV izliyorum diyorum...
TVlerde bir şey olmadığını anlatan yanıtlar alsam da
gülünecek programları hatırlatıyorum...
Ağlanacak demem gerekir aslında...

TVler adeta çöpçatan yuvası...
Hani evlendirme işinde hayır vardır da
bu biraz aşağılayıcı...
Yaşlı bir nine ile dede karşılıklı oturtuluyor, bir iki kelam ettikten sonra Beğendin mi? diye soruluyor...
Kim talipli ise onun yakınları da salonda...
Nine, tek dişi kalmış dedeyi beğenmiyor, ardından bir başka pirifani geliyor...
Değiştir kanalı...
Aaaa, karşımda bizim meşhur kaynana Semra Hanım...
Git Allah aşkına!..
Kumanda düğmesinde nereye basarsan bas,
çoğunlukla ekrana gelen manzara bu...
Akşam, haberlere takılıyorum, o kanaldan bu kanala...
Haberler hemen hemen aynı mutfaktan çıkmış gibi...
Sadece Ergenekon davası haberleri farklı...
Herkes kafasına göre takılıyor bu haberlerde...
Gece yarısı da yani vatandaşların yattığı saatte,
tüketici hakları hatırlatılıyor...
Memleketin halini görmek için TVler bir ayna tutuyor. Kendini nasıl görmek istiyorsan o TVyi izleyebilirsin...
İster güler, ister ağlarsın...
Her şey öylesine ucuzlatıldı ki,
Bedava desen artık kimse almayacak...
Kimsenin umrunda değil bu gidişat,
bu yozlaşma...
Bense, acılar içinde sol bacağımı sandalyeye uzatıyorum. Bir gözüm kucağımdaki klavyede, diğeri ekranda...
Derdim ne benim, anlamış değilim...
Kendime kızıyorum, canımı sıktığım için...
Çoğunluk hayatından memnunsa, bana ne oluyor sanki...
Bu beğenmediğim programların milyonlarca izleyeni varmış!..
Bak ben bile seyrettim...
Ohhh, ne güzel hayat!..
Al eline cımbızı, aynayı; sen de seyreyle dünyayı...