İnsani çürümüşlüğünün kokusu burunları sızlatan
zavallılar, hangi pahalı deodorantı kullanırsa kullansın,
paçalarından akan akıyor zaten...
Nasıl çıkarsın insan içine böyle?..
Utanma olsa....
Yıllarca insanları kandırıp ya da kullanıp İti ite kırdır
taktiğiyle, kaoslar içinde yer edinmeye çalışanların
ipliği artık pazarda...
Samsunda herkes her şeyin farkında...
Kullananlar ve kullanılanlar da ortaya çıkacak pek yakında...
Kimin ne karşılığında ne yaptığı...
Sabretmek lazım sabretmek...
* * *
Göz alabildiğine uzanan bir sahilde, irili ufaklı sayısız çakıl taşı vardı. Denizin durgun ve havanın kapalı olduğu zamanlarda, bu taşlardan hiçbir ses duyulmazdı. Sadece martıların çığlıkları ve arada bir uzaktan geçen yolcu gemilerinin sesi yankılanırdı. Ama, deniz coşup da dalgalar yükselince, neşeleri gelirdi çakılların. İliklerine kadar ıslanıp titremelerine rağmen şikayet etmezlerdi durumlarından. Çünkü, denizin dalgalarıyla yıkandıklarında, soluk yüzlerine renk gelir ve hava bir de açıksa, üzerlerindeki geçici renkler, güneş ışığından ötürü parlamaya başlardı. İşte bu zamanlarda, çeneleri düşerdi çakılların:
Biz gerçekten güzeliz! diye kasılırlardı. Hem renkliyiz hem parlak.
Yaptıkları bu kadar da kalmazdı çakılların. Ara sıra kavga da ederlerdi; Sen küçüksün, ben büyük, Ben parlağım, sen soluk gibi laflarla. Kavganın en civcivli anlarında, bir ses duyarlardı çoğu zaman.
Derinlerden gelen ses:
Güzelliğinizle asla övünmeyin!.. derdi onlara. Üstelik o güzellik, başkasına aitse.
Çakıllar, bu sese kulak vermez ve renklerini kıyaslar dururlardı. Ama, o ses tekrar duyulur ve:
Renkli olmak hüner değildir!. derdi. O parlaklık ruhunuzdaysa eğer, renksiz olmak zarar vermez sizlere
Çakıllar, kendilerine o güzelliği veren şeyi merak etmedikleri gibi, derinden gelen sese de aldırmazlardı. Gülüp geçerlerdi söylenenlere.
Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makineler girdi o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek... Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atıldılar bir yana. Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer Biz üstteyiz, siz altta diye hor gördüler ezilenleri. Çok kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirildi adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başladı:
Bulduuuuk!. diye bağırıyorlardı hep bir ağızdan. Bütün çakıllara bedel olan o taşı bulduk!.
Çakıllar, bulunan şeyin ne olduğunu merak ettiklerinde, adamların ellerinde renksiz bir taş gördüler. Hepsi dudak bükerek alay etmek üzereyken, o renksiz taş güneş gibi parıldayıp selamladı onları, güneş çoktan batmış olmasına rağmen.
Parlak taş, bir kenara atılan çakılların şaşkınlığını fark edince:
Yıllar boyu sizinle konuşan bendim!. diye gülümsedi. Sizlerden çok daha aşağılarda ve toprak altında idim. Ama, içimdeki ışığı hiç kaybetmedim. Ve o ışığı kimden aldığımı bildiğim için de gururlanmadım. Bu yüzden de sultanlara taç olup başlarda, yüzük olup eller üstünde taşındım asırlardır.
Çakıllardan hiçbir cevap gelmedi. Adamlar ise gece olmasına rağmen, makinelerini başka bir sahile yönlendirdiler. Ay ışığından aldıkları parlaklıkla övünen yassı çakılların bulunduğu karşı sahile...
* * *
Bugününüz dünden daha iyi olsun. Mutlu ve huzurlu günler dileğiyle...