Tarih, sadece yaşanmış birtakım güzel olayların hikayesi değil, aynı zamanda birçok kanlı olayın, vahşetin, gözyaşının, acının ve ıstırabın da hikayesidir. O sebeple, hiçbir millet geçmişini yeni baştan yaşamayı pek istemez. Bu zaten mümkün de değildir. Ama tarihi yok saymak ve değiştirmek de elimizde değildir. Tarih olumlu-olumsuz, doğru-yanlış pek çok olayı, ibret alıp dersler çıkaracağımız pek çok tecrübeyi içinde saklayan büyük bir depodur. Milletin hafızasıdır. Geçmiş zamanı geri getiremeyiz, ama bu büyük depoda saklı bilgi ve belgelere ulaşmamız mümkündür. Yaşamak için bunları bilmeye ihtiyacımız vardır. Zira tarih bilgi ve tecrübesi, geçmişin hatalarını tekrar etmemizi önlediği gibi, bugünü daha güzel bir şekilde yaşamamız ve geleceğe daha iyi hazırlanmamız konusunda da bize rehberlik eder, yol gösterirler. O bakımdan, tarihi iyi ve doğru olarak bilip öğrenmek, sıradan bir bilgilenme ve bilgilendirme işi değil, bir mecburiyettir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir adlı ünlü eserinde, 'Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz.' demektedir. Evet, mazi bir gerçektir, biz sevsek de, sevmesek de o vardır ve geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Ama sağlam ve köklü bir tarih bilgisi ve şuurundan yoksun nesillerle, sağlam bir gelecek de kurulamaz. Geleceği sağlam bir zemine oturtabilmek, onu garantiye almak için geçmişin çok iyi bilinmesi şarttır. Çünkü gelecek, geçmişin temelleri üzerine inşa edilecektir. Geleceğin tapusu, geçmişin mirasında saklıdır. İbn-i Haldun, 'Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer.' diyor. Tarih yanlış, gereksiz ve olumsuz bulduğumuz pek çok olayın deposu olduğu kadar, bugüne ışık olabilecek denenmiş, tecrübe edilmiş olayların da tanığıdır. O yüzden, ondan alacağımız çok önemli dersler vardır. Mevlana, 'Asla geçmişte yaşama; ama daima geçmişten ders al.' demektedir. Öte yandan, bir yeniden ya da yenilikten söz açılınca, aklımıza hemen bir eskinin varlığı gelir. Çünkü her yeni bir eskinin devamıdır. Ünlü Romalı filozof Seneca'nın dediği gibi, 'her olay, başka bir olayın kaçınılmaz sonucudur.' Yeni olarak nitelediğimiz bir olgu, duygu ve düşünceyi öne çıkaran, besleyen ve şekillendiren aslında eski olana bir tepkidir. Eğer bir yeni eskiden daha farklı, daha doğru ve daha faydalı olmak iddiası ile ortaya çıkıyorsa, onun her şeyden önce eskiyi çok iyi tanıması ve bilmesi gerekir. Yoksa eski ile yeni arasında yapılacak herhangi bir mukayesede, kendi ayrıcalığını ve farkını gösteremez.
Bir milletin karakteristik özellikleri, tecrübeleri, geçmişteki başarı ve başarısızlıkları ile bütün kültürel birikimi ve değerleri, ancak onun tarihinin aynasında görülebilir. O bakımdan her millet kendi tarihini çok iyi bilir, çocuklarına da en doğru bir şekilde öğretir. Bizde bu anlamda bir tarih eğitim ve öğretimi yapıldığını söylemek maalesef mümkün değildir. Bizde yapılan, milletler arasında yaşanmış savaşlar ve başka alanlarda geliştirilmiş ilişkiler hakkında birtakım teorik bilgiler aktarmaya yönelik, ezbere dayalı, tarihi sevdirmekten çok, ondan nefret ettiren kuru ve zevksiz bir tarih öğretimidir. Oysa tarih eğitim ve öğretiminden maksat, tarihi sevdirmek ve ona ilgiyi artırmak olmalıdır. Bunun için de, her şeyden önce gücünü sağlam, doğru ve güvenilir tarihî verilerden alan bir tarih felsefesi geliştirmek, yeni nesillere tarihi sevdirmek ve onlara mutlaka kuvvetli bir tarih şuuru kazandırmak şarttır. S.Eliot'a göre, 'Tarih şuuru, sadece geçmişin geçmişliğini bilmek değil, onun halde de var olduğunu anlamaktır.' Milletlerin hayatında inişler çıkışlar, yükseliş ve düşüşler olması tabiî hadiselerdir. Bu durum, her millet için olduğu gibi, bizim için de geçerlidir ve elbet bizim tarihimizde yükselişlerin ve parlak dönemlerin daha fazla olduğu da bir gerçektir. Bu gerçeği, vereceğimiz eğitimle çocuklarımızın zihnine ve ruhuna oya gibi işlemeliyiz. Bu onlar için, Atatürk'ün de dediği gibi, bir övünç vesilesi olacağı gibi, 'daha büyük işler başarmak için' onlara özgüven ve cesaret de verecektir. Milletin kökleri onun tarihinin içindedir. Tarih bilgisini gerekli ve önemli kılan da budur. Gençler mutlaka köklü, kuşatıcı ve sağlam bir tarih şuuru ile yetişmeli, her aydın önce derin bir tarih bilgi ve bilincine sahip olmalı, ruh ve mana köklerine yabancı kalmamalıdırlar. Kültür ve tarih bilici gelişmemiş nesiller, başkalarının peşinden gitmeğe, onların gölgesine sığınmaya mecbur ve mahkûm olurlar.
Voltaire'e göre, 'Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet, geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer. Kendi tarihiyle gurur duymayan, kendi milletinin mazisini sevmeyen ve onu küçümseyen, hatta daha ileri giderek ecdadını barbarlıkla suçlayan sözde insaniyet taraflısı kişilerin millî gururun temel unsurlarından yoksun olduklarına hükmetmek kat'idir.' O itibarla, insanlarımızın tarih bilincini canlı tutmak için, onlara tarihimizi en doğru şekilde öğretmeliyiz. Doğrusu ve yanlışı ile o bizim tarihimizdir. İbret alınmayan tarih, takarrür eder. Yaşadığımız felaketlerin tekrar etmeyeceğinin garantisi yoktur. Millî meselelerin mutlaka derin bir tarih bilgisi ve şuuru ekseninde ele alınması ve değerlendirilmesi şarttır. Yahya Kemal'in dediği gibi, 'Tarih dehlizine girmeden siyaset tahlili yapılamaz.'