Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Recep Tayyip Erdoğan, 10 Ağustos akşamı yaptığı balkon konuşmasında “Müslüman, Hristiyan, Musevi, Süryani, Yezidi den önce Türkiyeli vardır. Aleviden, Sünniden önce Türkiyeli vardır. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Rum, Ermeniden önce Türkiyeli vardır” dedi. 2009’da “Kürt açılımı” adıyla başlatılan ve ardından “demokratik açılım”, “milli birlik ve kardeşlik projesi” ve son olarak “barış süreci” adı altında sürdürülen müzakere sürecinin iki tarafından birini temsil eden Erdoğan’ın “Türk milleti” kavramı yerine “Türkiyeli” kavramını kullanması tesadüf olmadığı gibi, diğer tarafın cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş’ın propaganda döneminde dile getirdiği “Türk değilim, Türkiyeliyim” söylemiyle de paralellik arz etmekteydi. Öyle anlaşılmaktadır ki ilerleyen günlerde ülke gündemini işgal edecek tartışmaların başında Türklük-Türkiyelilik ayrımı etrafında gelişen üst kimlik tartışması gelecektir.
Üst kimliğimizin “Türkiyeli” olması gerektiğini savunanların temel argümanı, Türk sözünün etnik Türk/Türkmen topluluğunu çağrıştırmasına karşın Türkiyeli sözünün herkesi kapsayan coğrafi bir aidiyete işaret ettiği yolundadır. Hâlbuki Yugoslav ve Sovyet örneklerinde görüldüğü üzere milli kimliğin içi boşaldıktan sonra insanlar daha anlamlı buldukları etnik kimliklerine yönelmekte ve sanılanın aksine toplumsal ayrışma hızlanmaktadır. Tüm sosyal, kültürel, tarihi bağlantıları dışarıda bırakıp yalnızca coğrafi bağa vurgu yapan Türkiyelilik kavramı da toplumumuzu aynı adresi paylaşmak dışında hiçbir duygusal ortaklığı bulunmayan insan yığınına dönüştürür ve böyle bir toplumdaki birlikte yaşama bilinci tamamen kaybolma tehlikesi altında kalır. Hele hele hiçbir etnik rengi olmayan ve altı asır süreyle benimsenen Osmanlılık kavramının milliyetçilik akımları baş gösterince bırakın Hristiyan unsurları, Müslüman Arapları dahi bizimle birlikte tutmaya yetmediği tecrübe ile sabitken, kâğıt üzerinde uydurulmuş Türkiyelilik kavramının bütünleştirici etki yapacağını beklemek saflıktan öte bir şey değildir.
Zaten meselenin bir sosyoloji veya kimlik sorunu olmaktan evvel dilbilim sorunu olunduğu açıkça anlaşılmaktadır. “Türkiye” kelimesi “Türk milletinin yurdu” demek olmasına ve bu milletin coğrafyadan değil, coğrafyanın bu milletten ad aldığı ortada durmasına rağmen Türk yerine Türkiyeli demeye çalışmak, tıpkı Alman yerine Almanyalı yahut Fransız yerine Fransalı demek gibi, baştan aşağı mantık dışıdır. İçinde yaşadığımız çağın gereği olarak bütün dillere vatandaşlığı karşılayan birer kelime yerleşmiş ve vatandaşlık bir sıfatla değil, isimle belirtilegelmiştir. Türkçedeki “Türkiyeli” kelimesi ise bir isim değil, sıfat ve “nesin?” sorusunun değil, “neredensin?” sorusunun cevabıdır. Oysa bir insana nereden olduğu sorulduğunda memleketini (Türkiyeliyim, Almanyalıyım, Fransalıyım), ne olduğu sorulduğunda vatandaşlık kimliğini (Türküm, Almanım, Fransızım) söylemesi beklenir. Yurtdışında bir Türk vatandaşına “nesin/kimsin?” diye sorduklarında “Türkiyeliyim” cevabını vermesi, karşısındaki tarafından yabancı dil bilmediğine hükmedilmesi ve yine “Türk” olduğuna kanaat getirilmesine yol açacaktır.
Bütün vatandaşlarını kapsayan milletinin adının “Türk Milleti” ve bütün vatandaşlarını simgeleyen bayrağının adının “Türk Bayrağı” olması, Anadolu toprakları üzerinde kurulu olan devletin bin yıllık tarihinin reddedilemez sonucudur. Türk kavramını millet ve bayrak ad olmaktan çıkarıp etnik gruplardan birinin adı haline indirgemenin getireceği ağır kimlik krizleri ve sosyal bunalımları hayal etmek bile yeterince rahatsız edicidir. Bunu anlamak için önce yaşamak, hem bizler ve hem de gelecek nesiller adına en acı facia olacağından milli kimliğimizin tartışmaya açılmasına asla müsaade etmemeliyiz.
order abortion pill on line abortion pill where can i buy abortion pills