İçinde bulunduğumuz “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Haftası”nda hem içimiz burkuluyor hem de utanıyoruz.
Nasıl utanmayalım, incinmeyelim, üzülmeyelim?
Türkiye, her 100 bin çalışan başına düşen ölümlü iş kazalarında, Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer alıyor.
Türkiye iş kazalarında Avrupa şampiyonu.
İş cinayetleri; günde ortalama 4 emekçinin canını alıyor, çok sayıda kişiyi de sakat bırakıyor.
Tablo o denli vahim ve ürkütücü. Türkiye bu kötü tabloyu hiç hak etmiyor.
Ama ihmalkarlık, yetersiz denetim ve eğitim, ilkel çalışma koşulları, aşırı kar hırsından mesai kavramının anlamını yitirmesi gibi nedenler Türkiye’nin sicilini bozuyor.
Eğer Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1995’te kabul ettiği madenlerde iş güvenliğine ilişkin 176 sayılı sözleşmeyi 20 yıl sonra çalışma mevzuatına alırsanız; Türkiye tabi ki iş cinayetlerinde Avrupa şampiyonu olur.
Eğer maden ocaklarında yaşam odasının kurulmasına ilişkin düzenlemeyi ancak Soma ve Ermenek facialarının ardından hatırlayıp hayata geçirirseniz, Türkiye tabi ki iş cinayetlerinde dünya üçüncüsü olur.
Eğer işyerlerinde gerekli iş güvenliği hekimi ve uzmanları bulunmaz, denetimler yapılmaz, işçiye eğitim verilmezse tabi ki Türkiye’de günde ortalama 4 emekçi yaşamını yitirir.
176 sayılı ILO sözleşmesinin çalışma mevzuatında yerini alabilmesi için illa yüzlerce maden emekçisinin canını yitirmesi mi gerekiyordu?
İş cinayetlerinin önü bir türlü alınamıyor, giderek artıyor.
Tüm ulusu acıya boğan Soma ve Ermenek’teki iş kazalarından ders alınmaksızın yine işyerlerinde düşük ücretli sigortasız işçi çalıştırılıyor, yine gerekli denetimler yapılmıyor, yine emekçiye yeterli eğitim verilmiyor, yine her gün medyada iş cinayetlerine kurban gidenlerin haberi yer alıyor.
İş cinayetlerinin üzücü bilançosu her geçen yıl artıyor.
Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de 2004 yılında iş cinayetlerinde 543 emekçi yaşamını yitirirken, 2013’te 1360, 2014’te 1886 işçi yaşamını yitirdi.
2013 yılında meydana gelen iş cinayetlerinde bir önceki yıla göre yüzde 291, ölümlerde de yüzde 83 artış oldu.
Yine İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) raporuna göre son 15 ayda en az 2 bin 237 emekçi iş cinayetlerinin kurbanı oldu.
Bu yılın ilk üç ayında da 351 işçi hayatını kaybetti.
Rakamlar iş cinayetlerinin ülkemiz adına ne denli büyük bir tehlike olduğunu net şekilde ortaya koyuyor.
Aslında iş cinayetlerinin yüzde 98’i öngörülüp önlenebilir mahiyette.
Ne var ki, güvencesiz ve sendikasız çalışma koşullarından ötürü iş cinayetleri her geçen yıl katlanarak can almaya devam ediyor.
İş kazalarında canlarını yitirenlerin büyük çoğunluğunun sendikasız işçilerden oluştuğu dikkate alınırsa, örgütsüz, kayıt dışı işyerlerinin ölümlere açık davetiye çıkardığı açıkça görülüyor.
Ne kadar yasa çıkarırsanız çıkarın, her gün iş kazalarının tehlikesini dile getirirseniz getirin.
Eğer, yasanın uygulanır olduğunu denetlemez, kayıt dışı çalışmayı önleyemez, taşeron işçiliğini kaldırmaz, yasa tanımaz şekilde emekçi çalıştıran işverenlere çok ağır yaptırımlar uygulanmaz, emekçiyi iş güvenliği konusunda gereği gibi eğitmez, işyerlerini ilkel koşullardan arındırmaz, sendika hakkını kısıtlarsanız yine iş cinayetleri can almaya devam eder.
Eğer bu önlemleri hayata geçiremezseniz, Türkiye iş cinayetlerinde liderliği başka ülkelere bırakmaz.