Bazen virüs, bazen de bakteri diye tanımladığımız o küçücük şey değil midir hayatımızı altüst eden.
Bizim dışımızdan, ötelerden, bilmediğimiz yerlerden gelip, vücudumuzun bir yerine yerleşince kararır dünyamız.
Ne bir tat, ne bir nefes, ne de bir renk bırakır.
Küçücük!
Küçücük bir virüs, dünyalara meydan okuyan o bedenleri yerle bir etmeye yeter. Ne kadar kandırıyoruz kendimizi.
İdeallerimiz, hedeflerimiz ne kadar da küçük ve arızi!
Küçücük, gözle bile göremediğimiz, ne zaman gelip çatacağı belli olmayan ama kesinlikle tesadüfi gelmeyen küçük bir mikrop, dünyamıza girip bütün planlarımızı, programlarımızı, her şeyimizi alt üst edebilirken, nedir bu gurur, nedir bu hiç bitmeyen istekler, hırslar ve hiç doymayan midelerimiz, gözlerimiz?
Yoksa küçüklerle büyükler yer mi değiştirdi dünyamızda?
Ne güzel söylemiş Gazali;
''Kabir ehlinin kaçtıkları, korktukları, nefretle uzaklaştıkları şeyler yüzünden dünya ehli birbirini yiyorlar.''
Büyük!
Çok büyük bir söz bu.
Öyle vay be deyip geçemeyeceğimiz, aylarca düşünmemiz gereken bir söz.
Küçük!
Küçücük bir virüs, belki bir gece vakti, gelip giriverir bedenimize. Ne dostlar, ne sevgililer, ne laptoplar, ne sınırsız internetler, ne İPhon telefonların bir anlamı kalır.
Ne planlar, ne programlar, ne de hayaller kalır. Bir gün ansızın gelip çatınca ölüm, ellerimiz kurur, kanımız çekilir, gerçek sandığımız her şey bir anda rüyaya dönüşüverir.
Küçücük bir gerçekle, hayal arasında sıkışıp kalabiliriz.
Gerçek dediğimiz hayal, hayal sandığımız gerçek çıkabilir.
Tam gerçeğe ulaştığımızı düşündüğümüz an, rüyanın en derin yerinde bulabiliriz kendimizi.
Dünya hayatı bir rüya gibidir, insan ondan ancak ölünce uyanır.
' İstediğin kadar yaşa, sonunda öleceksin, istediğini sev, sonunda bir gün ayrılacaksın, istediğin şeyi yap, karşılığını göreceksin.'
O halde;
Bu hırsızlıklar, bu yolsuzluklar, bu usulsüzlükler, bu bitmeyen kavgalar, egolar niye?
Bu işlerin bir gün hesabı yok mu sanıyoruz?
Allah hepimizi bunların virüsünden de korusun.
Girdimi içine iflah olmazsın…