Adıyaman'dan Şanlıurfa'ya geçtiğimde.
'Hatay'dan bir ayda zor çıkarsın' demişlerdi.
Zamanım olmadığından direksiyonu içe kırmış.
Zirvede Abdülhamit Han camisinden göz atarken Kahramanmaraş'a.
Aklım kalmıştı iki saat yaklaştığımız Hatay'da.
'Hesapta olan değil nasipte olan gelir başınıza' denilen yerde.
Hatay planları yaparken yakalandık 6 Şubat'a.
Şoku üzerimizden atarken.
Nihayetinde hayat devam ediyor.
Etmesine ediyor ama yara öyle derin ki.
Geçen gün depremin yıkıntılarında gezinen yöre insanının belgesel tarzda görüntülerinde Hatay'da canlar kadar tarihin nasıl yerle bir olduğunu gözlemledim.
Bağrımıza taş basarken, normal yaşama geçişte hummalı koşturmaca sürüyor.
Çadır ve konteyner kentler, aş evleri, çevre temizliği, kalıcı konut temelleri...
Bölge adeta seferberlik görüntüsünde.
Milletimizde göç edenlere kucağını açmış.
Hani 'Ateş düştüğü yeri yakar' derler ya.
Ateşin dumanı ülkemin her köşesinde tütüyor.
'6 Şubat Sonrası' ikinci ayı devirirken.
Bölgeye gitmesek de aklımız hep oralarda.
Şahsen kendimden pay biçiyorum.
Gezgin olarak tanınırım ama afet öncesi ruh yok gibi.
Benzer afetlerin başımıza geleceği tedirginliği asla değil.
Yaşam koşullarımızla bölgede yaşayanlarla aramızdaki farklılık rahatsız ediyor bizi.
Yastığa başımıza koyduğumuzda huzurlu bir uyku.
Sofraya konan nimetlerden alınacak lezzet.
Bir markete gidip ihtiyacımızı giderme çabası.
Doğaya çıkıp az kendimize gelelim duruşu.
Bankamatiğe gidip maaşımızı alırken yaşanılan duygu.
Aracımızın koltuğuna oturduğumuzdaki düşünceler...
Sıcacık evimizde çıkardığımız giysiler...
Bir de şu Ramazan ayının burukluğu...
İftarda karnımız doysa da rahat değiliz.
Yaralarla dolu bayram beklentisi.
Neler neler neler...
Bu günler elbette geçmesine geçecek.
Ama ateş o kadar büyük ki.
Korları bile hepimizi yakıp yıkıyor.