Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın, kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.
Gelincik, kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Kadın, tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincik ile bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve hayvanı oracıkta öldürür. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odada beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Yani, yılanı parçalayan ve bebeğin hayatını kurtaran gelinciğin ağzındaki kan izleri, parçalanmış yılanın kan izleridir ve maalesef önyargı yüzünden öldürülmüştür.
Çoğu zaman bizim toplumumuzda da önyargılar kapanamaz derin yaralara sebebiyet verir. Üzüntüler, kırgınlıklar, düşmanlıklar ve bazen de sırf bu yüzden sönen hayatlar… Araştırmadan, soruşturmadan, doğrusunu öğrenmeden, önyargı ile verilen kararların sonu genellikle acı, gözyaşı ve pişmanlık olur.
İnsanlar olaylarda ve birbirlerine karşı neden bu kadar önyargılıdır, neden birbirlerini dinleme ihtiyacı bile duymazlar, önyargılarından neden sıyrılamazlar?
Önyargı kötü bir huydur ve hastalık halini alırsa insan hayatını çekilmez hale sokar. Peşin hükümlülüktür. Ne karşısındakine verir huzur, ne de kendine bulur tek bir kusur. Adil yargının müşterisi çoktur ama önyargının insan hayatının hiçbir safhasında yeri yoktur.
Sağlıklı sonuçlar önyargısız kararların neticesinde ortaya çıkar. İletişimden uzak, önyargıyla hareket eden insanlar genellikle yanlış işlere imza atarlar ve huzursuz yaşarlar.
Huzurlu ve önyargısız bir hayat dileklerimle…