"Önde zeytin ağaçları arkasında yar,
Sene 1946 Mevsim Sonbahar,
Önde zeytin ağaçları,
neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim?
Yar yar?
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar.
Değirmen misali döner başım.
Sevda değil bu bir hışım...
Gel gör beni darmadağın,
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar?
Canımın çekirdeğinde diken,
Gözümün bebeğinde sitem var.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
Şair/Ressam
Ressam, resimlerini kömürden ve bıçak uçlu boya kalemiyle resmederek ölümsüzleştirir, kanıtı ise tuvaldeki görselidir...
Trabzonlu şair-ressam Eyüboğlu, bu şiiri kara kalemle mi, yoksa bıçak ucuyla mı yazdı bilemem ama dertli olduğu her halinden belli oluyor!
Daha net bir ifadeyle; ressamın, çizmekle de kalmayıp, resmini dillendirerek, o dönem yaşadıklarını, yani hislerini şahane bir üslupla bugünlere taşıdığına şahit oluyoruz. Yavuklusunu, Zeytin ağaçlarının arka planına atarcasına hasretini dile getiriyor.
Yalnızca yâre olan sevgiyi değil, Zeytin ağaçlarının yaklaşık bir asır önce, Karadeniz'imizden sökülüp atıldığını da anlıyorsunuz bu şiirle..!
Bir önceki köşe yazımda 'Hoşgeldin Karagözlüm' başlığıyla, Samsun'da yeni başlatılan Zeytin üreticiliğinden bahsetmiştim. Köşe yazımı okuduktan sonra yukarıda paylaştığım şiiri ve bilgi notuyla bu yazıyı kaleme almamı sağlayan kıymetli ağabeyim, iş insanı Aydın Birincioğlu
'Geçmişte Zeytin Karadeniz'de zeytin önemliydi, hatrı sayılır bir üretim vardı' diye bilgilendirdi beni...
Trabzon'un her sokağında ayak izi olan ben, Zeytin ağacını görmüş olsam bile durup bakmaz, düşünmezdim ve aklımın ucundan geçirmezdim!
Trabzon ve Zeytin ağacı mı (?) yok canım daha neler!
Kuzey Mezopotamya kütüğüne kayıtlı (cudi dağı) olan Zeytinin tarihçesi ve hikayelerini bilmeyenimiz hemen hemen yoktur.
1990'lı yıllarda yolum cudi dağına düşmüştü... Büyük bir bölümünde dolaşmak nasip olmuştu...
Ne cudi dağının, ne de Zeytinin insanlık tarihinde önemli bir role sahip olduğunu bilmiyordum o vakitler.
Kutsal kitabımız Kur-an'ın bir çok yerinde (Ayet) adının geçmesinden ve arasıra soframızda gördüğüm kadarıyla biliyordum Zeytini...
Cudi dağını dolaşırken alıcı gözle bakıp aklımda kalanları aktarayım; yeşil alan altımda, ağaçların binbir türlüsü etrafımda ve masmavi gökyüzü üstümde dolaştım, gün ve gecelerce...
Yerleşik alanlardan (köyler) geriye kalan yıkık taş örgüler ve gökyüzüyle birleşmeye çalışan meyve ağaçlarıyla Hasbihal ettiğim o duygu dolu anlar kaldı aklımda...
Ruhani bir huzur sarıyor içinizi, siz orayı terk edene kadar, o huzura ve güvene emanetsiniz artık...
Bunu yaşadım ben!
Rivayet o'dur ki; bu dağa (cudi) gidip, gezip dolaşanlar, ölmeden önce bir kez daha görmek ve meyvelerinden tatmak isterlermiş mutlaka.
Rivayete göre değil de, bazen aklıma düşer cudi dağı anılarım; anlatılmaz, yaşanır...
Devam edelim...
Aklımda kalan Zeytin ağaçlarını unutmak ne mümkün?
Hikaye o'dur ki; Hz. Adem, yaşamının sonuna geldiğinde üçüncü oğlu Şit'i Cennet Bahçesi'ne gönderir. Yüce Allah'tan O'nu ve insanlığı affetmesini diler. Cennetin bekçisi Mikail bu dileği kabul eder. Hayat Ağacı'ndan üç tohum koparıp Şit'e verir ve babası öldüğünde bu tohumları ağzına koymasını söyler. Hz. Adem öldüğünde, Şit söyleneni yapar ve tohumları babasıyla birlikte gömer. Kısa bir zaman sonra, mezardan üç fidan büyür.
Bu ağaçlar, zeytin, sedir ve selvi'dir.
Üzerinde yaşadığımız topraklar hep ölümsüzlüğü hatırlatır bizlere...
Kökünden söktüğünüzü sanırsınız ama sökememişsinizdir.
Hz. Nuh'a, Hz.Adem'e ve gelmiş geçmiş tüm insanlık alemine rahmet, gelecek nesillere Zeytin yaşında ve tadında bir ömür diliyorum.