Beşar Esad'ın Suriye'de, sivillere karşı biyolojik savaş meyanındaki kimyasalları kullanması sonucunda, ABD de Suriye'deki bir hava alanına, Tomahawk füzeleri ile saldırı gerçekleştirmiştir. Bu saldırıya karşı, Rusya ve İran'dan karşı itirazlar gelmiştir. Tüm bunları bırakırsanız, bana göre, dramatik durumun arkasındaki mantıki çelişkileri görmek mümkün olmaktadır. II. Dünya Savaşı'nda, Almanya'nın teslim olması ile birlikte, Almanya'nın muhtelif yerlerinde, biyolojik savaş maddeleri olarak, binlerce ton soman, sarin ve tabun gibi sinir gazlarının tankları ele geçirilmiştir. Tanklardaki bu maddelerin kullanılmadan ele geçirilmesi ise, Hiroşima ve Nagasaki'deki atom bombası faciasının tekrarının önlenmesi açısından önemlidir. Elbette, kitle savaş silahlarının seçiciliği yoktur ve bunların kullanılmaması kontrol edilmesi de gereklidir. Burada her zaman düşündüğüm ve cevabını veremediğim bir trajikomik durumla karşı karşıya kalmaktayız. Lütfen buna birileri cevap verebilir mi?
ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere nükleer silahların sayısal olarak sınırlandırılması hususunda anlaştı. Özellikle ABD ve Rusya ellerindeki eski teknoloji silahların yerine yenilerini ikame etti. Fakat, sayısal olarak az olan bu silahların tahrip gücü ise, öncekilerden çok daha yüksektir. Bir de bu anlaşmanın dışında olan ve nükleer silah yapan ülkeler de vardır. Bu silahları, süper güçlerin kullanmasında da bir mahsur yoktur! Bunun yanında İsrail'de 270 kadar uzun menzilli nükleer başlıklı füze bulunmaktadır. Nükleer silah yapımında ülkeler arasında kıyasıya bir yarış bulunmaktadır. Bunlara ilave olarak gelişmiş ülkeler; biyolojik mücadelede kullanılmak üzere, birçok çalışma da yapmaktadır. Yukarıda üzerinde durduğum, sinir gazlarına ilave olarak, kitlesel olarak insanları öldürücü, bakteri virüs hastalıkları üzerinde de çalışılmaktadır. Bu hastalıkların daha etkili ırkları üzerinde çalışmalar yoğunlaşmış durumdadır. Bunların hepsi gelişmiş olan ülkelerin stoklarında bulunmakta, icabında da kullanılmaktadır. Bunun yanında konvansiyonel silahlardaki gelişmeler de baş döndürücü şekildedir. Bu silahların yapımı ve kullanılmasında da bazı kısıtlayıcı trajikomik önlemler de vardır. Mermilerin paslanmaz çelikten yapılmasının mecburiyeti gibi, bazı hususlar üzerinde durulmaktadır. Yazımın başından beri üzerinde durduğum gibi, çalışmalarda, ne kadar çok insanı bir seferde nasıl öldürebiliriz yarışı vardır.
Burada cevaplanması gereken en önemli soru; insanları öldürmeye yönelik bu çalışmalarda, öldürmenin şekli ne kadar önemlidir? Bir idam mahkûmunun iple, silahla, ilaçla veya kılıç ile öldürülmesi arasındaki fark nedir? Öldürmeyi hedefleyen metotlar değişik olabilir, ama sonuçta; ölüm ölümdür. Öldürülenlere, hangi metodun ölümde kendilerine zevk verdiğini veya en uygun olduğunu sorabildik mi? Ancak hayatta olanların kararlarına göre ve onların ortaya koyduğu metotlara göre; insanlar, insanları öldürmektedir. Birileri bana, atom bombası, sinir gazı, napalm bombası veya kurşun ile öldürme içinde hangisi uygundur, bunu izah edebilir mi? Bütün dinlerde, öldürmek; Allah'a şirk koşmaktan sonraki en büyük günahtır. Açın, okuyun kitapları; öldürmeyeceksin, öldürmeyeceksin ve öldürmeyeceksin yazıyor. Dünyanın üç beş delinin emrinde, uçuruma sürüklendiği gerçeği ortadadır. Savaşlarda, bir haklı taraf ve bir de haksız taraf vardır, ama haksızlar hep yenilenlerden olmaktadır. Aklı örten, ihtirasların son bulması, dünyaya barışın gelmesi dileklerimle. Saygılarımla.